Günler, haftalar, aylar derken yıllar… Nasıl da hızlı geçiyor zaman, sanırım hayat mücadelesinin bitmek bilmediği memleketlere mahsus bu hızlı tükeniş. Şikayetçi olduğumdan değil asla, sadece bir süredir fark ettiğim durumu geçenlerde izlediğim Roy Andersson’ın İnsanları Seyreden Güvercin filminde daha iyi gözlemleme fırsatı buldum. Film İsveç’te geçiyor. İskandinav ülkelerine hepimiz az çok aşinayızdır, ana haber bültenlerine yansıyan haberler, günlük rutinleri her şey bizim coğrafyamıza oldukça uzak. Oturmuş bir düzen ve bu düzeni hiçbir şekilde bozmayan sistem ve insanlar. Ali Şeriati’nin çok sevdiğim bir sözü var ‘konfor ruhun bataklığıdır’. İskandinav ülkelerine has bu konfor, insanları sıkıcı, bunaltıcı ve fazlasıyla mevcut boş zamanlarını değerlendirememekten ötürü yalnızlaştırıyor. Filmde dikkatimi çeken birkaç noktadan biri tüm insanların soluk hatta beyaza kaçan ciltleri ve asık yüzleriydi. Düşününce yönetmen kendi insanının iç sıkıntısını ve Avrupa’nın yaşlanıyor oluşunu imgelemiş. Boş zamanlarını değerlendirmek için edinilen hobiler, yine bizim gibi coğrafyalarda anlamlandırmakta zorluk çektiğimiz sanat sanat içindir vurgusunu yansıtan sanat işleri. Hayat kalitesinin artması, özgür düşünce tabii ki toplumları kalkındıracak fakat gerçek potansiyelin baskı altında çıktığını da kabul etmek gerekiyor.
Geçen gün pratik zekasını çok beğendiğim bir kız arkadaşımla konuşurken akşam aklına gelen fikirden bahsetti, akıllı ateş öçer. Kişinin kıyafetine monte edilerek ateşini ölçen ve yüksek ateşte sinyal veren bu sistem özellikle çocuklu anneler için müthiş bir icat. Fikrin aklına nereden geldiğini merak ettim ve biraz irdelemek istedim. Bir önceki gece çocuğunun ateşinin yükselmesi sebebiyle gece boyunca uykusuz kalmış, çocuğunun ateşini kontrol etmek için bölük uykularla geceyi sabah etmiş ve uyanık kaldığı saatlerde bu fikir aklına gelmiş. Baskı altında üretkenliğin arttığına günlük hayatımdan güzel bir örnek teşkil eden bu durum bugünkü yazıma da ilham oldu…
İtalyan bir adamla İsveçli bir adam sohbet ederken İsveçli ‘size çok üzülüyorum, yıllarca savaşlar, açlık ve yoksullukla mücadele ettiniz’ der. İtalyan da ‘evet bizim ülkemizde savaş, yoksulluk vardı ama Michelangelo, Raffaello ve Leonardo’nun sanatları doğdu, oysa sizin yalnızca sıkıcı saatleriniz ve çakınız var’ der. Üretkenliğin artmasında konfor alanından çıkmak gerektiğini düşünen ben size küçük bir soru sormak istiyorum; eğitim ve öğretim üretkenliği destekler mi yoksa hayal gücünü yok ederek azaltır mı? Cevaplarınızı [email protected] mail adresime atarsanız tek tek okumak isterim.