Cumhuriyet tarihinin en gergin,en sıkıntılı ve en kirli yerel seçimlerinden birini geride bıraktık.
Dinin,imanın, ahlakın/ahlaksızlığın,paranın, pulun birbirine karıştığı bir ortam, toplum olarak hepimizi de gerdi doğrusu.İlk defa dini bir cemaat, siyasi argümanlarla meydana çıkıp, seçilmiş bir hükümeti al aşağı etmeye çalıştı.Siyaset de, tüm argümanlarını kullanarak cemaati dini temellerden çıkarıp,siyaset zemininde hedef tahtasına oturtmuş oldu.Cemaat de,siyaset arenası da heybelerinde ne varsa önümüze serdiler.
Siyasetde gitmeler gelmeler,inişler çıkışlar normaldir.Peki,cemaat neden siyasi bir arenaya atlayıp, harakiri yapmak zorunda kaldı acaba?
30-40 yıldır ilmek ilmek işledeği bir yapıyı, neden bir anda berheva etmeyi göze aldı?
Aslında bence de zoraki bir nikahtı bu birliktelik.Yıllardır aynı tabandan gelip birbirini tanıyan gruplardı bu gruplar.Birisi sokaklarda hiç bulunmamış,işi eğitim ve öğretim ile ele alıp yürümüş,diğeri ise sokaklarla tanışlığı olan,seksenli yıllarda eylemlerden,sıyrılıp gelmiş şimdilerde tamamen siyaset arenasında bulunan bir yapı..Her ne kadar aynı değerler adına, farklı sahalara sahip olsalarda,ortak paydaları hiç buluşmamış iki guruptan bahsedebiliriz.
Aslında müneccim olmaya gerek yok.Ak parti iktidara gelince,elinde hazır bir güç olan cemaatin yetişmiş eğitimli gücünü kullanmak istedi.Cemaat de, devletin çeşitli kademelerinde var olmak için, bu gücün sahibi olmak için, bu nikahı kabul etti.
Bir noktadan sonra güç cemaatin hoşuna gitti.Kontrolü kaybetmeye başladı.Kontrolsüz güç güç değildi ama, cemaat de bunun bilincin değildi.
Kontrolünü kaybeden bu erk,arabayı uçuruma savurmak için elinden geleni yapıyordu.Bir süre sonra iktidar ile birlikteliğinden elde ettiği gücü kendi özgül ağırlığı sanmaya başladı.
Eğitime verdikleri katkıdan dolayı toplumda bıraktıkları o müthiş sempatiyi yine,toplum tarafından kendilerine verilmiş bir prim, hatta son zamanlarda verilmiş bir rey sanmaya başlayıp, siyasete kafa aşağı dalmaya başladılar.
Güç o kadar gözlerini karartmıştı ki,artık bir hükümeti alaşağı edebilecek seviyeye gelip dayanmıştı.
Bununla birlikte,beklide sonun başlangıcı olabilecek hatalar da peş peşe gelmeye başlamıştı.
Peki, neydi bu hatalar ve cemaat nerede hata yapıyordu?
-Birincisi, cemaat yukarıda da bahsettiğimiz gibi,bir güç zehirlenmesi yaşıyordu.Gücü kontrol altında tutanların varlığı gibi,gücü amacı dışında kullananların varlığı cemaatin hanesine eksi yazıyorlardı daima.
- Cemaat, içindeki bazı yapılar da müthiş bir istihbarat arzusu yatıyordu.Nihayetinde bu yapıların yaptığı hukuk dışı dinlemeler, yine cemaatin hanesine eksi olarak yazılıyordu.
- Daha düne kadar iktidarla sarmaş dolaş gezen cemaat,İktidara yöneltilen yolsuzluk,rüşvet gibi iddiaları peşinen sahiplenmiş,basını ile yazarları ile topyekün taaruza geçmişti.
-üç beş acemi oğlan gazeteci ile,sayısı hiç, bir milyondan aşağı düşmeyen şişirme promosyon tirajlı gazete ve kendi televizyonlarında,kendi argümanlarını yerle yeksan edecek “şefkat tepe” gibi proğramlarla aslında kendi ayaklarına sıkmaktan başka bir şey yapmadılar.
-Yıllardır hiçbir iletişim kurmadıkları diğer dini cemaatler tarafından yalnız bırakıldılar.Nihayetinde, bir çok dini dernek ve vakıf yayınladıkları bildiriler ile kendileri ile aynı tarafta olmadıklarını ilan ettiler.
-Hiçbir kimyasal dokusunun uyuşmadığı Chp gibi bir partiye, zoraki organ nakli yapmaya çalıştılar.Nakil ettikleri organ seçimlere kadar sinyal verip durdu.Seçimlerle birlikte nakli yapılan organ tüm doku ile beraber iflas edip vücut tarafından dışarı atıldı.
-Güç sarhoşluğunun verdiği ivme ile, özgül ağırlıklarını hiç çekinmeden terazinin kefesine koyuverdiler.Kilolarından oldukça emin idiler.Seçim terazisi; tartmaya dahi gerek olmadığını,heybenin tümünün anca gramaj liginde olduğunu,ekranlardaki dijital göstergelerle kendilerine gösterdi.
-Cemaatin acemi oğlanları, her yerde aynı basma kalıpla 80’li yılların kutuplaşması olan “acem oğlanları “ söylemlerini tekrardan ısıtıp, piyasaya sundular.Ben, hiç kimsenin şu acem/İran anlatılarından bir şey anladığını sanmıyorum.
- Sonuç bize şunu gösterdi ki; cemaatin devletin içinde etkin derecede var olduğu,ama toplum nezdinde taban nezdinde bir özgül ağırlığının bulunmadığıdır.Cemaatin tepe yönetimi ve yazar çizer takımı,kendi tabanındaki saf,tertemiz,hizmet ehlini dahi, kendi argümanlarına inandıramamıştır.
- En nihayetinde ise Fehmi Koru’nun da seçim öncesinde bir yazısında bahsettiği gibi; “Galiba cemaat, Recep Tayyip Erdoğan’ı hiç tanımamış..”
Gerçekten tanımamış ki,Recep Tayyip Erdoğan, Muhalefet ile birlikte cemaati de siyaset arenasına sokup, sandığa gömmüş oldu böylece..
Cemaat, ergen gazeteci temsilcilerinin yönlendirmeleriyle girdiği handikaptan acilen çıkmalı,Gülerce gibi daha akil adamlarının tavsiyelerini göz önüne alıp,acilen kendi fabrika ayarlarına geri dönmelidir.
***
Bahe annesine kavuştu..
Geçen yıl “misafir” adında belgesel filmi çekilmişti.İzlerken çok etkilenmiştim.Mardin’de Süryanilerin Deyrul Zafaran Manastırı’nda bahçıvanlık yapan ve “Bahe” diye çağrılan Cercis Kaptan hayatını kaybetti.
Bahe’nin ilginç bir hayat hikayesi vardı.70 yıl önce, ekonomik sıkıntılar yüzünden Suriye’ye göç etmek zorunda kalan Annesi,iki kız kardeşini yanına alıyor,6 yaşındaki Bahe’yi ise bu manastıra bırakarak “sen burada bekle gelip seni alacağım” diyor.Bir daha da geri dönmüyor.Bahe o günden bugüne her gün annesini bekler olmuş bu manastırda..Çekilen belgesel de ,bu hayat hikayesini anlatıyordu.Bahe Mardin’in sembolü olmuştu.76 yaşında halen annesini bekleyen biriydi Bahe..Ve Bahe bugün hayata gözlerini yumdu..
Bahe, anasının dizlerinde uyuyordur umarım.
*** Seçimler,demokrasinin bayram günüdür.Hınıs'a hizmet adına bu seçimlerde yarışan tüm adaylar demokratik bir ortamda ter döktüler.Seçimler sonucunda ipi göğüslüyen Hasan Basri Fırat ve eş başkan Gülay Peker'i tebrik eder,başarılar dilerim..