TENEKECİ SAİT
Yaşı, daha 13-14..
Kömür karası gözleri,güneşten çatlamış dudakları,yüzünden hiç eksilmeyen tebessüm ve olabildiğince mahcubiyeti, yaşının çok üzerinde görünümü ile, dünyanın tüm yükünü sırtında taşımış gibi yorgundu. Üzerinde ağarmış bir ceket,ceketin altında yakaları göğsüne kadar düşmüş mavi bir gömlek vardı.Gömleğin üzerine giydiği, muhtemelen anasının “Oğlum üşümesin” diye yıllar önce ördüğü yarım kollu kazak ise, neredeyse renk değiştirecekti.
O’nu tanıdığımda yıl 2011,mevsim ise ilkbahardı.Güneş daha yeni yeni sırtımızı ısıtıyor,gökyüzü gri rengini maviye devşirmeye çalışıyordu.
Ülke, baharın heyecanına kapılmış, yaz aylarında yapılacak genel seçimlere göz kırpıyordu.Siyasete soyunmak isteyenlerin soluklarını daha kısa alıp verdiği,nabızların her zamankinden daha fazla attığı,yazılı,görsel,yaşamsal ne mekan varsa, her yerde siyasetin konuşulduğu bir demdi artık zaman..
Siyaset ahlaksızlığının gırla gittiği bir ülkede siyaset yapmak ne kadar doğru olabilirdi.Bunu beynimde hamur gibi yoğurup dururken,”Namuslularında namussuzlar kadar cesaretli olması gerektiği “ desturu,motor bağırtısı içerisinde gelen sinyal sesi gibi durmadan tik-tak ederek, ruhumu hep o taraf çekiyordu.
Niyet, halisaneydi elbetteki..Mısır Çarşısı önünde,Suriye’li Azad’ın soğuktan morarmış çıplak ayaklarına hıçkıra hıçkıra ağlarken,nereden bilirdim yüreğimin içindeki Sait’in kesik,çizik,simsiyah parmaklarının bana bu kadar yakın olduğunu..
Arkadaş ziyaretlerinin birinde tanıdım Sait’i..İstanbul’un en işlek,en müstesna semtlerinden birinde ticaret yapan,aynı zamanda hemşehrimiz olan kıymetli bir dostuma uğramıştım.Sohbet ilerleyince, zamanda paralelinde akıp gidiyordu.Kıymetli dostum,öğlen yemeği yemeden bırakmam dedi
İşlerimin yoğunluğundan her ne kadar kalamayacağımı söylesem de, ısrarla bir misafirinin daha olduğunu, bu sebeple benim de kalmam gerektiğini söyledi.
“İyi hadi öyleyse!” deyip, alt kattaki mutfağın yolunu tuttuk.
Grand tuvalet giyinen bizler, diğer misafirle tanışmak için aşağı doğru seğirtirken, ayakkabılarımızın ökçelerinden çıkan sesler, şirkette bizlerin kibir ve gururlarını yankılıyordu belkide..
Merdivenlerden mutfağa doğru inerken, yemek kokusu ile masanın tertibi hemen göze çarpıyordu.Tertipli masanın baş köşesinde 13-14 yaşlarında bir çocuk,masaya zorla ilişir gibi oturmuş,ısrarla gözlerini yemek tabaklarından diğer tarafa çeviriyordu.İçimden “Herhalde yemekçi Emine Hanım’ın oğludur.” diye geçirdim.
Bizim aşağı inişimiz ile tedirginliği iki kat daha artmıştı. Masaya otururken, dostum masadaki çocuğa seslendi
-Sait hoş geldin!
Gözlerini ayak uçlarından hafifçe kaldırarak “Hoşbuldığ Abe” dedi.
Ben,etrafımda diğer misafiri ararken,kıymetli dostum “Galip’cim sizi tanıştırıyim” dedi
-Bu Sait!
Sait’e dönerek, buda “Galip Abi’n” dedi
Kıymetli misafirimiz bu.Hadi gerisini siz getirin.Tanışın,konuşun dedi.
Doğrusu başta şaşırmıştım.Kısa süren şaşkınlığımı üstümden atıp Sait ile konuşmaya başladık
Sait, Erzurum Hasankaleli’ydi.Hasankale’nin kürt köylerinden birindendi.Yıllar önce babası göçüp gelmiş İstanbul’a..Sait, babasını birkaç yıl önce trafik kazasında kaybetmiş.Annesi kalakalmış dört sabi ile birlikte bir damın altında.Sait,evin en büyüğü.Babası ölünce, erken büyümüş,”Babasızlar büyümez” lafına inat..Feleğin tüm oyunlarına karşı,okulunu bırakmak istememiş.Bir yandan çalışırken,bir yandan da okula gidiyormuş.
Sorduğum soruları, başı önde eğik şekilde her cevapladığında,yanımızda oturan arkadaşımın “Sait başın kaldır ele konış!” komutu ile,arada bir göz göze gelebiliyorduk.
Sait , gösterdiğimiz ilgi ve yoğun samimiyete rağmen, duruşundan, edebinden asla bir şey kaybetmiyordu.Soruları tüm utangaçlığı ve yüzündeki tebessümle cevaplıyordu.Masanın altından ellerini özellikle çıkarmamaya,simsiyah parmaklarını gizlemeye çalışıyordu.Zorla eline tutuşturduğumuz kaşık, üzerine tonlarca yük yükler gibiydi.
“Sait, okula nasıl gidiyorsun!” diye sordum.
Yüzündeki tebessüm ,daha da belirginleşti.
“Sabağ okula gidirem,evleden sonrada işe çıkiram abe..” dedi.
Konuşurken dili, ters “V” halini almış öndeki iki dişinin arasına girip çıkıyordu.Bu yüzden peltek peltek konuşuyordu.
-Ne işine çıkıyorsun Sait?
-Abe,teneke topliram.Arada sırada da boyacılığ yapiram.
-Ne tenekesi Sait?
-Abe, boş kola kutısi toplir,tenekecilere satiram.
-Peki, para kazanıyormusun Sait?..Hem onunla nasıl evi geçindiriyorsunuz?
Verdiği cevap hiç aklımdan çıkmaz.
-Abe, günde 20-25 lira kazaniram.O da ayda edir 600-700 lira.Abe bu zamanda az para mi?
Aza kanaat,ve bu yaşta ki tevekkül..
Sait konuştukça,simsiyah ellerinin yerine masanın altına biz geçiyorduk.Hırsımızı,egomuzu,doymak bilmezliğimizi bir bir suratımıza çarpıyordu Sait.
Ceketi bir yana bıraktık,kravatı bir yana..Sait’i teşvik için,”Sait bu yemek kaşıkla yenmez, al ekmeği eline banıp banıp yiyelim..”
Zorla eline ekmeği tutuşturduk.Birlikte aynı kaba doğrayıp yedik.
Sait bize çok şey anlattı.Biz Sait’den çok şey öğrendik.
Bir gün dükkanın önünden geçerken arkadaşın dikkatini çekmiş Sait.Alıp içeri biraz sohbet etmiş..O günden beri sıkı dostlar.Yakaladığında zorla sofrasına oturtur.Karnını doyurur olmuş.Sait, çokda gururlu.Harçlık falan kabul eden cinsten de değil.
Anlamıştım bu süreçlerde ,sınavların daha bir zor geçtiğini..Biliyordum zor sınavların bir şekilde yine boğazımı sıkacağını..Talip olduğumuz görevin,üstümüzde bıraktığı bu denli yükü daha şimdiden kaldıramazken,görev verildiğinde nasıl kalkacaktık üstesinden..Allah-u alem..
“Dicle'nin kenarında bir kurt kapsa bir koyunu, yarın adl-i İlahi Ömer'den sorar onu”
Mısır çarşısında Suriyeli Azad,Beşiktaş’da Hasankaleli Sait..
Ya da, Erzurum Mahallebaşı’nda Abdullah,Hınıs Kayabaşı’nda Mehmet veya Mustafa..Ne fark eder..
Hangimizin yüreği yeter Ömer olmaya..Hangimizin sıkılı avuçları Ebubekir..
Hangimizin uykusunu bölecek Azad’ın çıplak ayakları,hangimizi doyuracak Sait’in çatlak ellerindeki simsiyah boyalar?
Bu sonbahar, o ilkbahara çok benziyor.
Her seçim öncesi olduğu gibi,dilin kıvraklığı hiçbir dönemi aratmayacak şekilde fena..Hepimiz başladık koro halinde kendimize putlar yaratmaya..Babamız adına yemin eder,Abimiz adına küfre gideriz.
Siyasetin ahlakını bıraktık,seçmenin ahlakını konuşur olduk şimdilerde..
Hak,hukuk,adalet her dilde pelesenk.. Oysa ki perde arkasında şirin gözükmektir asıl şaklabanlık..
Bu kadar ağır yüke ,bu kadar kolay talipli isek, bu kadar garip gurebanın ahı ensemizde soluk gibi eserken, tüm taliplileri Sait’lerin,Azat’ların sofrasına davet ediyorum.
Buyurun, yiyin yiyebilirseniz?