Bir 23 Nisan daha geride kaldı. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 93.yıldönümü. 5 resmi milli bayramımızdan biri olan 23 Nisan’ı bugüne kadar “ulusal egemenlik ve çocuk bayramı” olarak kutladık, durduk. Halbuki bu bayram 29 Ekim cumhuriyet bayramına yakın derecede önemli milli bir bayramımızdır. Gerçekte 23 Nisan’ın anlamı nedir ve 23 Nisan 1920 günü Anadolu bozkırın ortasında, Ankara’da ne oldu? Bunu tam olarak anlayabilmek için Kurtuluş savaşı günlerine geri dönmemiz gerekiyor.
Yazılı 2.500, yazısız 5.000 yıllık tarihi olan Türklerin (burada Türk sözcüğünü hem bir etnik kimlik hem de kültürel bir kavram olarak kullanıyoruz, kültürel kısmı daha ağırlıklıdır) Orta Asya bozkır kültüründen kaynaklanan bir özellikleri vardır: Çok kolay örgütlenirler. Bozkır ikliminin şartları ağırdır. Özellikle kışlar çok çetin geçer. Sosyal yaşam tarzı göçebeliğe ve yarı göçebeliğe, ekonomik üretim tarzı da hayvancılığa dayandığı için Türk aşiretleri sürekli hareket halindedirler. Zorlu tabiat şartlarına ve her an gerçekleşebilecek düşman saldırılarına karşı uyanık olmak hayatta kalabilmenin olmazsa olmaz şartıdır. Bu sebeple her Türk çocukluktan itibaren savaşçı özelliklerle yetişir. Hatta kahramanlık yapmayana isim bile koymazlar. Birkaç kişi bir araya geldiklerinde hemen örgütlenerek aralarından birini baş seçerler, işbölümü yaparlar. Bu şekilde örgütlü güç oluşturarak düşmanlarını yenip sorunlarının üstesinden gelirler. Askeri örgütlenme tarzına dayalı bu düzen, bir arada yaşamak için insanoğlunun bugüne kadar bulduğu en mükemmel örgüt olan devleti kurma becerisini ve alışkanlığını Türklere kazandırmıştır. Bugüne kadar kayıtlara geçen resmen kurulmuş Türk devletlerinin sayısı 118’dir. Beylikler, hanlıklar, cumhuriyetler, imparatorluklar bu rakama dahildir. Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan 16 yıldız “Türk İmparatorlukları”nı temsil eder. Bütün imparatorlukların toplam sayısının 16 olup olmadığı da tartışmalı bir konudur. Kolay örgütlenerek devlet kurma becerisi her millete nasip olan bir yetenek değildir. Örneğin Araplarda bu gelenek yoktur. Günümüzdeki Arap devletlerinin bile yarı aşiret, yarı devlet özellikleri vardır. Ne varki kolay devlet kuran Türklerin devletleri o kadar da uzun ömürlü olmaz. Ortalama bir Türk devletinin ömrü 200 – 250 yıl civarındadır. Buna karşılık yıkılan devletin yerine hemen yenisi kurulur. Bu şekilde devletlerin devamlılığı sağlanmış olur. Devletin adı değişir, bayrağı değişir, rejimi değişir, sistemi değişir ama asli kurucu unsur (Türk unsuru) değişmez. Devletin kurucu kadrosu içinde de asker- sivil ayrımı yoktur. Her devlet yöneticisi profesyonel askerdir. En uzun ömürlü Türk Devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nda yönetici kesim asker, yönetilen kesim reaya olarak adlandırılmaktaydı. Yönetici asker kesim de kendi içinde üçe ayrılırdı:
1 – Seyfiye (Muharip Sınıf),
2 – İlmiye (Eğitim, Adalet ve Din İşleriyle uğraşan sınıf),
3 – Kalemiye (Bürokrasi sınıfı).
Osmanlı örneğinde olduğu gibi her Türk Devletinin yapılanması da askeri teşkilatlanmaya dayanır. Örnek vermek gerekirse Karahanlı Devleti yıkılınca komutanları Gazneli Devletini kurmuştur. Gazneli Devleti yıkılınca komutanları Büyük Selçuklu Devleti’ni kurmuştur. Büyük Selçuklu Devleti yıkılmış, komutanları Anadolu Selçuklu Devletini kurmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti yıkılmış, komutanları Osmanlı Devleti’ni kurmuştur. Osmanlı Devleti kurulmuş, komutanları TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ni kurmuştur. Meşhur bir sözü burada tekrarlamak gerekir: İki Alman yan yana gelirse şirket kurar, İki Türk yan yana gelirse devlet kurar!!!
Kurulan devletler içinde bu coğrafyada kurulan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin atası olan Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu getiren 3 önemli savaşı vurgulamamız gerekir: Bunlar
1) 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı (93 Harbi): Bu savaşı Osmanlı devleti kaybeder. Osmanlı’ın Balkan topraklarından üçü bağımısz (Sırbistan, Karadağ ve Romanya) biri de özerk prenslik (Bulgaristan) olmak üzere 4 yeni devlet doğar. İmparatorluk Tuna Vilayeti’ni ve Balkanlar’daki topraklarının % 40’ını kaybeder. İstanbul’un Yeşilköy Mahallesi’ne kadar gelen Rus Ordusu, Ayastefanos ve onun yerine imzalanan Berlin Anlaşmaları’yla, bu anlaşmalarda öngörülen başta toprak kayıpları olmak üzere ağır şartların Osmanlı tarafından kabulüyle çekilmiştir. Bu savaş Osmanlı’nın omurgasının kırıldığı savaştır.
2) 1912 – 1913 Birinci ve İkinci Balkan Savaşları: Bu savaşlarda Osmanlı devleti Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ Ordularına mağlup olmuş, ordunun yanlış sevk ve idaresi, Osmanlı vatandaşı saydığımız Türk olmayan azınlıkların ihaneti, orduya siyaset girmesi gibi nedenlerle 1 ay içinde imparatorluğun Rumeli toprakları kaybedilmiştir. 170 Bin kilometrekareden 23 Bin kilometrekareye Rumeli topraklarımızın yüzölçümü gerilemiştir. Osmanlılık fikri ölmüş, Türkçülük fikri önem kazanmış, Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın haklı tanımlamasıyla Osmanlı İmparatorluğu bu savaşın sonunda “fiilen” yıkılmıştır. Çünkü Osmanlı bir Rumeli İmparatorluğu’dur.
3) 1914 – 1918 Birinci Dünya Savaşı: 2 Milyon 800 Bin askerin seferberlik döneminde silah altına alındığı, resmi rakamlara göre 375 – 400 Bin civarında askerin şehit olduğu, 575 Bin civarında Müslüman sivilin hayatı kaybettiği, Türk Milletinin okumuş beynini yitirdiği, savaşın sonunda bütün topraklarının % 60’ını kaybettiği, elde sadece yorgun Anadolu’nun ve Doğu Trakya’nın kaldığı, Türkiye’nin bugünkü kalkınamamışlığının en önemli sebeplerinden birini oluşturan savaştır. Bu savaşın sonuçları o kadar ağırdır ki, Türkiye sadece okur – yazar kesimini değil, tecrübeli nalbantını, çobanını, çıkrıkçısını, demirci ustasını, çiftçisini, ara ve alt kademe kalifiye elemanlarını bu savaşta kaybetmiştir. 1914 başında 24 Milyon olan Osmanlı nüfusu, cumhuriyetin ilan edildiği 1923’te 12 Buçuk Milyona düşmüştür. İnsanlar hayvan pisliği içinden buğday tanelerini ayıklayıp temizledikten sonra yedikleri, çarıklarını kaynar suda kaynatıp kemirdikleri bir savaştan bahsediyoruz. Bu savaş 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes anlaşmasıyla fiilen aleyhimize sonuçlanarak biter. Hukuken ise henüz sona ermemiştir.
Bir sonraki yazımızda konuya devam edeceğiz. Saygılarımla…