Hayatın içinde insanların bugünlerde yaşadığı ve çoğunlukla ilk defa yaşandığını zannettikleri olayların tarihte benzerleri hatta birebir aynıları mevcuttur. Tarih, sadece bakmasını değil, aynı zamanda görmesini bilen için en iyi okuldur. Bugünlerde çokça tartışılan twitter’a erişimin yasaklanması ve ifade özgürlüğü konusuna Türk tarihinin en tartışmalı isimlerinden olan Sultan 2. Abdülhamit ve 4. Murat dönemlerini inceleyerek bakmanın, günümüzdeki tartışmalarda “kafası karışık” olan kesimi aydınlatma konusunda faydalı olacağını düşünmekteyiz.
31 Ağustos 1876’da tahta çıkan 2. Abdülhamit 27 Nisan 1909’a kadar yaklaşık 33 yıl iktidarda kaldı. İktidara geldiğinde özgürlükçü bir tavır takınan ve Genç Türklerin (Jön Türklerin) devleti Avrupa standartlarında demokrasiye kavuşturmak için talep ettikleri meşrutiyeti 23 Aralık 1876’da ilan eden 2. Abdülhamit, seçilmiş milletvekillerinden oluşan Meclis – i Mebusan ve kendisi tarafından atanan üyelerden oluşan Meclis – i Ayan’dan müteşekkil Meclis – i Umumi’nin açılmasına izin verdi. 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı’nın yenilgiyle sonuçlanması ve Rus Ordusu’nun İstanbul’un iki adım ötesindeki Ayastefanos (Yeşilköy) önlerine gelmesinden ötürü Meclis – i Mebusan üyeleri yenilginin sorumlusu olarak padişahı gösterince bu eleştiriyi bahane olarak kullanan 2. Abdülhamit, Kanun-i Esasi’nin ilgili maddesinin kendisine tanıdığı yetkiyi kullanıp Meclis – i Mebusan’ı“ücretli izne” çıkardı. 1878’de başlayan bu ücretli izin tam 30 yıl sürdü!!!Türk tarihinde Sultan 2. Abdülhamit’in 1878 – 1908 arasındaki iktidar dönemine “istibdat dönemi (baskı devri)” adı verilir. İşte bu “izin devrinde” padişah Yıldız Sarayı’ndan ülkeyi tek başına hafiyelerle (casuslarla) ve hafiyelerin gönderdiği jurnallerle (ihbar mektuplarıyla) yönetti. Neden mi böyle yaptı? Çünkü korkuyordu. Amcası Sultan Abdülaziz gibi tahttan indirilip öldürülmekten korkuyordu. Amcası donanmanın da katıldığı bir darbe sonucu tahttan indirildiği için donanmayı Haliç’e çekip kilitledi. Haliç’te 30 yıl kilitli kalan donanma çürüdü ve 1912 Balkan Savaşı’nda doğru düzgün savaş gemimiz olmadığı için Ege Adaları’nı Yunanistan işgal etti. Kendisi 30 yıl Cuma namazları hariç Yıldız Parkı’ndan hiç dışarı çıkmadı. Ülkeyi fotoğraflarla yönetti. Şüphe ettiği kişileri sürgüne gönderdi. Her sabah resmi sansür memurları gazetelere uğrar, gazetelerde “devletin ve milletin yüksek menfaatleri uğruna” yazılması sakıncalı olan yazıları gazeteden çıkartır, neler yazılması gerektiğini emir buyurur, sonra giderlerdi. Gece belli bir saatten sonra zorunlu olmadıkça birkaç kişiden kalabalık grupların caddede yürümeleri bile yasaktı. Yabancı yayınların ülkeye girişi sıkı bir takip altındaydı. “Reşat, burun, yıldız, vatan, özgürlük” gibi kelimelerin yazılı basında kullanılmaları yasaktı. Her türlü dernek ve sivil toplum örgütü kurmak yasaktı. Yazılı basındaki sansür Türkçe’yi de çok olumsuz etkiledi. Öyleki 1908 II. Meşrutiyet sonrası Türkçe’yle, 1908 II. Meşrutiyet sonrası Türkçe birbirinden, bu sansürcü kafa yüzünden çok farklıdır. İnsanlar bırakın özgürce düşünce beyan etmeyi, nefes almaktan bile korkar hale gelmişti. İşin sonunda ya hapis vardı, ya da sürgün !!!
Ne varki bütün bu baskılar, 2. Abdülhamit’in istediklerinin tersi sonuçlar verdi. Yasaklanan gazeteler dış ülkelerin kontrolündeki postaneler aracılığıyla ülkeye girdi. Yasaklı yazarların eserleri el yazılarıyla çoğaltılarak elden ele, dilden dile dolaştı. Resmi olarak ifade edilemeyen düşünceler, gayri resmi şekilde, şifreli olarak ifade edildi. 2. Abdülhamit açısından daha kötü olan bir başka husus da gizli yayılan haberlerde “bire bin katma”faaliyetinin olmasıydı. Gerçekte bir yanlışlık varsa, “fısıltı gazetesi” bunu bin yaparak yayıyordu. Sürgüne gönderilip İstanbul’dan uzaklaştırılanlar, sürgünde bir araya gelip İstanbul’dakinden daha rahat bir ortamda örgütlenme imkanına kavuştular. Bütün 2. Abdülhamit muhalifleri aralarındaki ayrıyı, gayrıyı bir kenara bırakıp birleştiler. Bu, hem 2. Abdülhamit’in, hem de bu birlikteliğe katılıp gerçek niyetlerini gizleyenlerin gizli emelleri yüzünden bir imparatorluğun sonu oldu. Etki tepkiyi, yasak direnişi doğurdu. Rejime, iktidara, halka “esneme payı” bırakmayan 2. Abdülhamit, 1908 Jöntürk Devrimi olarak adlandırılan Makedonya’daki 3. Ordunun isyanı sayesinde 2. Meşrutiyeti ilan etmek, bir yıl sonraki 31 Mart olayıyla da tahtından indirilmek durumunda kaldı. Korkunun ecele faydası olmadı.
Tarihte içki yasaklarıyla ünlü padişah 4. Murat sadece içkiyi değil; kahveyi, falı, afyonu, gündüzleri iki kişiden fazla dolaşmayı, geceleri yalnız da olunsa fenersiz dışarı çıkmayı yasaklayacak kadar baskıcı bir başka padişah efendimizdi!!!.Pekçok insan içki yasağını dini gerekçelerle 4. Murat’ın koyduğunu zannetseler de işin aslı başkadır. 4. Murat insanların biraraya gelmemesi, toplanmaması, toplanıp devleti idare edenleri eleştirmemesi, dedikodu yapmaması için bu yasağı koymuştu. 17.Yüzyıl’da en önemli haber kaynaklarının saz şairleri, edebiyatla uğraşan kişiler olması, kahvehanelerin bir tür haber ajansı gibi görev yapmaları bu yasağın sebebiydi. Dönemin “hiciv (taşlama)” ustası Şair Nef’i hicivlerinin sonucunda boğduruldu. Sonuçta denizler üzerinde sandallar “seyyar meyhanelere” dönüştü. Halk olayları bire bin katarak yaydı. Baskı ters sonuç verdi. Ne meyhanelere, ne de haberlerin yayılmasına engel olunabildi.
Bu yasakların etkisiz kaldığı dönemler 17. Ve 19. Yüzyıllar ile 20. Yüzyıl’ın başlarıdır. Bugün 21. Yüzyıl’dayız. Çağımız bilim ve teknoloji çağıdır. Bundan yüzyıl önce dünyanın bir ucunda bir olay oldu mu, bunun haberi ancak birkaç günde dünyanın diğer ucuna ulaşabilirdi. Günümüzde Avustralya kıtasında çekilen bir fotoğraf, birkaç saniyede dünyanın dört bir tarafına gönderilebiliyor. Bilime, teknolojiye yasak konulamaz. Her yasağın şu veya bu şekilde delinme yolu bulunur. Nehir tersine akmaz, rüzgara gem vurulmaz. Daha da ötesi rüzgara karşı hiçbir şekilde “su dökülmez!!!”.Rüzgara karşı “su döken” üzerine “su dökmüş” olur !!!Gelişen teknoloji “gizlilik” kavramını artık ortadan kaldırmıştır. Eğer devleti yönetenlerin, devlet yönetimiyle ilgili yolsuzlukları, kirli çamaşırları varsa, bunları ortaya çıkarmak basının görevi, bilmek de halkın hakkıdır. Yasaklar sadece yapılan yanlışlıkların bire bin katılarak anlatılmasını, olayların abartılarak yansıtılmasını sağlar ki bu da aslında “yasakçılar” için kötü sonuçlar verir. Basın ve ifade özgürlüğünden doğacak sıkıntıları önlemenin en etkili yolu yine basın ve ifade özgürlüğünün kendisidir. Fikirlere, vicdanlara set çekilemez. İfadesi yasaklanan fikir daha fazla bilenerek taraftar bulur. Şiddeti savunmak ve teşvik etmek dışında her fikir ifade edilebilir. Bundan üç yıl önce “eşinle mi beraberdin ki yayınlanan kayıtları özel hayata müdahale diye kınıyorsun?” diye meydanlarda kasetleri ortaya çıkan muhaliflere çatan başbakanın, kullandığı silah bumerang gibi kendisine dönünce “mahremiyet”i hatırlaması en hafif deyimiyle “çifte standarttır”. Ne demişler: “Ayarını bozduğun kantar, gün gelir seni de tartar !!!”.
Sonuç olarak her ne kadar “hırsız olduğu iddia edilenlerden” hesap sorma konusunda kötü bir sınav verseler de bu ülkenin mahkemeleri hala açık. Özel hayat konusunda muzdarip olanlar, o haberleri yapanlar konusunda hukuk yoluyla haklarını arayabilirler. Yalan bir haber yüzünden twitter’ı yasaklamak, yalan bir haber yüzünden tüm gazetelerin dağıtımını yasaklamaya benzer !!! Youtube yasaklıyken “ben de youtube’a giriyorum” diyen başbakanın twitter’ı neden yasaklattığını gerçekte herkes biliyor. Tarih kendisini alkışlayan soytarı ve dalkavukların etkisinde kalıp, elde ettiği başarılardan başı dönen ve sonunda çok kötü devrilen çok lider görmüştür. Onların da hepsi hiç gitmeyeceklerini, yaptıkları baskıyla halkı dizginleyebileceklerini sanıyorlardı.
SON SÖZ:
DAĞ ÜSTÜNE DAĞ YIĞILSADA,
ALTINDA BİN CAN VERİR, BİR CANLA SAĞ KALIRIZ BİZ.
BASKI NE DENLİ AĞIR OLSA DA,
BİR ÇIKIŞ YOLU BULURUZ BİZ.
SEN BEN DİYE SÖYLEŞMEK,
ÇÖLDE CAN CAN YEŞERMEKTİR.
SEN BEN DİYE SÖYLEŞİNCE,
YAZI YAPAN YEŞEREN ÇİÇEKTİR.
Kendilerini vazgeçilmez sananlardan korkan “özgür!!!”basın mensuplarının “kulaklarını çınlatarak” bundan yaklaşık 400 yıl önce hiciv yazdığı, devletteki aksaklıkları görüp eleştirdiği için “eleştiri kabul etmeyen” 4. Murat tarafından idam ettirilen ve Siham – ı Kaza (Kaza Okları) isimli eseriyle tanınan divan edebiyatının ünlü şairi Nef’i’nin sözleriyle yazımız bitirelim:
“EN DERİN UYKULARDAN KALDIRANDIR SÖZÜM,
GÜNE EL KOYANLARI YILDIRANDIR SÖZÜM,
ZAMANI, ZEMİNİ DARALMIŞ OLANLARA,
GÖNÜLLERİNCE ZEMİNDİR, ZAMANDIR SÖZÜM.
ZALİM BENİ BİR İŞARETLE KAHRETSE DE,
ONUN ORDUSUNA KARŞI KOYANDIR SÖZÜM.
CİHAN SALTANATLARI ZAMANLA SÖNERKEN,
YANDIKÇA DAHA DA PARILDAYANDIR SÖZÜM.
GÜÇ VERİR, BİLİNÇ ÜRETİR, SEVİNÇ BAĞIŞLAR,
YÜZÜ GÜLMEMİŞLERE ARMAĞINDIR SÖZÜM.
EY MUTSUZLUK GECESİNDE BUNALANLAR,
SİZE MÜJDE YILDIZLARI SAÇANDIR SÖZÜM,
DÜNYA BİR BENİMDİR DİYENLERE DERİM Kİ;
BU SOFRAYI HERKESLERE AÇANDIR SÖZÜM.
VARSIN GÜNÜN SULTANLARI DEĞER VERMESİN,
ONLAR GÖÇÜP GİDİNCE DE SULTANDIR SÖZÜM !!!"
Servan Öncel