Türk – İslam Geleneğinde dini olaylar ile ilgili günler, haftalar, aylar hatta yıllar hep Hicri takvim üzerinden gösterilir, kutlanır, anılır. Kandillerin tümü, dini bayramların her ikisi, Alevi İslam inancında olan muharrem orucu, Kerbela yası dahil hepsi hicri takvime göre yıldönümleri hangi günse o günde kutlanırlar ya da anılırlar. Buna Hz. Muhammed’in (S.A.V.) doğum günü de dahildir. Ramazan ayının başlangıcına 5 ay kala kutlanan Mevlit kandili Hz. Muhammed’in hicri doğum günüdür. Hal böyleyken 1989 yılından itibaren Hz. Muhammed’in “miladi” doğum tarihi olan 20 Nisan 571 günü esas alınarak Nisan ayının 20’sini takip eden hafta “Kutlu Doğum Haftası” olarak anılmaya başlandı. 2008 yılında 13 – 20 Nisan tarihleri arasında kutlama yapılırken ilerleyen yıllarda kutlamalar “nisan ayının geneline” yayıldı. Takvim devriminden nefret eden ve hicri takvim kullanmakta ısrar eden mütedeyyin (dindar) kesim bu kutlamaları sahiplendiler. Laiklik konusunda hassas olan çevreler de 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışına alternatif bir kutlama getirildiği gerekçesiyle bu duruma tepki gösterdiler. Tıpkı Miladi 6 Aralık günü fethedilen Mekke’nin fetih kutlamalarının 31 Aralık gününe denk getirilerek alternatif bir kutlama düzenlemesi gibi Kutlu Doğum Haftası’nın da kasıtlı ortaya çıkarıldığını savundular. Bu haftanın kutlanmansa İsmet Özel gibi dinci yazarlar arasından bile karşı çıkanlar oldu.
Burada “Kutlu Doğum Haftası” tartışmasına girecek değiliz. Ne varki Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri çerçevesinde konuşma yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kevser Suresi’ne atıfta bulunarak Kevser Suresi’nin her türlü ırkçılığı, asabiye kavramını reddettiğini, dinin birleştirici ve üstünlük sembolü bir bağ olduğunu belirten bir konuşma yaptı. Bir bakıma içinde bulunduğumuz açılım süreci için Kevser Suresini bir araç olarak kullanıp mütedeyyin halk kesiminden destek istedi. Acaba Kevser Suresi iddia edildiği gibi siyasi anlamda ırkçılığı reddeden bir sure midir? Yoksa nüzül (iniş) gayesi daha mı farklı? Kuran’ı tefsir etme tekeli elbette sadece bize ait değil ama başbakana da ait değil. “Bir tefsir başka bir tefsiri hükümsüz kılmaz” ilkesiyle naçizane konuya bir başka açıdan bakmayı faydalı bulduk.
Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı İnternet Sitesi’nde Kevser Suresi ile ilgili şu açıklama yer alıyor: “Okunuşu: İnnâ a'taynâkelkevser. Fesalli lirabbike venhar. İnne şânieke hüvel'ebter. Anlamı: (Ey Muhammed!) Doğrusu sana pek çok nimet vermişizdir. Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu adı, sanı ortadan kalkacak olan, sana kin tutan kimsedir.” http://www.diyanet.gov.tr/turkish/basiliyayin/weboku.asp?sayfa=160&yid=2
“Biz verdik sana (Yâ Muhammed) hakikatte Kevser. Sen de Rabbın için namaz kıl ve kurban da kesiver. Doğrusu, asıl ebter sana buğz eden (hınç besleyen, diş bileyen) in kendisidir. Tefsir - Kur'ân'da lâfız bakımından en kısa, mânâ cihetinden çok geniş sûre budur. Mekke'de nazil olmuştur. Müslümanlar ilk devirlerinde hem azlık, hem de fakir idiler. Peygamber Efendimizin erkek çocukları da o sıralarda ölmüştü. Arap putperestleri bunları Müslümanlık için birer kusur sayarak onlarla alay ederlerdi. ""Eğer Muhammed hak Peygamber ve getirdiği din de İlâhî bir din olsaydı herkes bu dîne giriverirdi. Ve Muhammed'in arkasına adını andıracak bir erkek evlâdı kalırdı. Adını sanını yaşatacak bir evlâdı bile yok!"" diyerek halkı Müslümanlıktan soğutmaya çalışıyorlardı. (Arkasına erkek evlâdı kalmamış olanlara Araplar ebter derler ki, güdük kaldı, arkasından adını anacak kalmadı, demektir) İşte bütün bunların birer dedikodudan ibaret olduğunu bildirmek için Allâhu Teâlâ bu sûreyi inzal buyurdu ve bununla Peygamber'e ve müslümanlara büyük bir müjde verdi. Allâhu Teâlâ buyuruyor ki: ""Yâ Muhammed! Muhakkak ki biz sana Kevser verdik. Sen bundan dolayı Allâh'a şükret, ibadet et..."" Acaba Kevser ne demektir? Bunun pek çok mânâları vardır. Birkaçını burada gösterelim: Kevser, bitmek tükenmek bilmiyen saâdet ve hayır kaynağıdır…” http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dinibilgiler/dinibilgi.asp?sayfa=16&yid=11
Devletin kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptığı açıklama böyle. Bu açıklamayı özetlersek:
1) Kevser Suresi kurban ibadetinin vurgulandığı bir sure olarak inmiştir.
2) Namaz ibadeti bu suredede vurgulanmıştır.
3) Bolluk anlamında Kevser cennette Müslümanlara müjdelenmiştir.
4) Bu sure oğulları vefat eden Hz. Muhammed’e “ebter” (soyu kesik) diyen Mekkeli müşrikleri tekzip etmek (yalanlamak) üzere gönderilmiştir.
Hz. Muhammed’in soyu, oğlu olmadığı için, kızı Hz. Fatma’dan devam eder. Hz. Ali ile evli olan Hz. Fatma’nın iki oğlu vardır: Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin. Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere “şerif”, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlere “seyyid” denmektedir. Bu sureyle Allah, kız çocuğu olduğu için üzülenlere, erkek çocğu olmadığı için soyunun bittiğini sananlara da mesaj vermektedir. Bir anlamda “İslamiyette baba esastır, soy babadan devam eder, anneden yürümez” diyen çağdışı feodal zihniyete Allah’ın verdiği bir yanıttır. Görüldüğü gibi bu surede sözü edilen soy kavramı siyasi anlamda ırkın üstün olup olmadığını değil, biyolojik anlamda neslin devamının kız çocuğu üzerinden de olabileceğini anlatmaktadır. Dolayısıyla burada siyasi anlamda ne millet kavramından, ne ırk kavramından bahsedilmektedir. “Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı” ifadesiyle anlatabileceğimiz alakasızlığı başbakanın konuşmasında görmek mümkün. Kısaca açılım sürecine Kevser suresini alet etmek, dini siyasete alet etmenin yanlışlığı bir tarafa kurulan ilişkinin iç mantığı bakımından da sakattır.
İslamiyet elbette soy üstünlüğünden, kabile üstünlüğünden ötürü savaşmayı yasaklamıştır. Bunun en bariz örneklerinden biri Hz. Muhammed’in veda haccıdır. Büyük peygamber “Arabın Arap olmayana takvadan başka üstünlüğü yoktur” buyurmuştur. Buna kimsenin itirazı olamaz. İtiraz noktası “siyasi ümmetçilik” ile “itikadi ümmetçilik” kavramlarını birbirine karıştırıp milli kimliklerin önemsizleştirilmesi ve dinin bir anlamda bölünmenin mazur gösterilmesinin bir aracı yapılmasıdır. Elbette her şahadet getirip Müslüman olan Hz. Muhammed’in ümmetindendir ve mezara girdiğinden sadece inancında sorumlu olacaktır. Bütün Müslümanlar itikadi olarak İslam ümmetindendir. Ne varki bir de “mezar öncesi dönem” var. İşte o noktada insanların farklı kimlikleri vardır. İnsanlar o kimlikleri sahiplenirler, korurlar, geliştirirler, yüceltirler. Bunla kavga aracı yapmazlar ama kendilerini bu kimliklerle tanımlarlar. Her insanın cinsel kimliği vardır, her insanın bölgesel kimliği vardır, her insanın, kültürel kimliği vardır, her insanın milli kimliği vardır ve de soyunda piçlik olmayan herkesin soy kimliği de vardır. İnsanlar bunlarla gurur da duyabilirler ama bunu sadece motivasyon (güdülenme) aracı olarak kullanabilirler. Kavga aracı olarak kullanırlarsa bu Allah katında da, kul katında da yanlıştır.
Siyasal ümmetçiliğin millet kavramı yerine ikame edilerek ülkenin bütünlüğünün sağlanacağını sanmak safdillikten de öte bir şeydir. Şunun bilinmesi lazım ki siyasal ümmetçilik günümüzden 1263 (Binikiyüzaltmışüç) yıl önce iflas etmiş bir kavramdır. 750 yılında Emevi başkenti Şam’ı bir isyan sonucu dümdüz edilmesiyle Emevi Saltanatı yıkılmış ve İslam coğrafyasında Abbasi Hanedanlığı, Kuzey Afrika’da Fatımi Devleti ve İspanya’da Endülüs Emevi Devleti olmak üzere üç ayrı İslam Devleti kurulmuştur. O gün bugündür Müslümanlar tek devlet çatısı altında toplanamadılar. Farklı zamanlarda farklı ırk ve milletlerden Müslümanların nüfus çoğunluğunu oluşturdukları devletler kuruldu. Günümüzde bırakın Müslümanları, Araplar bile 20’den fazla devlet altında örgütlenmişlerdir. Bazıları tarafından günümüzde rol model olarak gösterilen Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken de siyasal ümmetçilik tutkal olamadı. Balkan Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’ndaki Müslüman Aranavutlar Türk askerine kurşun sıktılar. Dinen gayrimüslimlerin girmesinin yasak olduğu, Haremeyn – i Şerifeyn olan Mekke’ye Şerif Hüseyin’in isyancı Arap asileri İngilizlerle birlikte girdiler ve hastanedeki yaralı Türk askerlerinin karınları deşip onları şehit ettiler. Aynı Şerif Hüseyin ve İngiliz’e karşı Hz. Muhammed’in mezarının bulunduğu Medine’yi Fahrettin Paşa komutasındaki Türk askeri çöldeki çekirgeleri toplayıp yiyerek ve deve sidiği içerek 1.Dünya Savaşı’nın sonuna kadar savundu. İslamın namusu olan ve Müslüman (!) Arap dindaşlarımızla İngilize karşı savunduğumuz Medine’yi Mondros Mütarekesi imzalandığı halde Fahrettin Paşa terk etmedi. Ravzayı Mutaharra’da (Hz.Muhammed’in kabrinde) ağlayarak “seni bırakıp nasıl giderim Ya Resullah!” diye haykırdı.Sonunda subaylarının zoruyla Medine teslim edildi. Bugünkü Filistin’in bayrağını taşıyan dindaşlarımıza (!) karşı yaptığımız bu savunmanın ardından Türk askerine özel bir isim verildi: MEHMETÇİK (Küçük Muhammet). KISACA İSLAMIN HAREMGAHINI NAMAHREME KARŞI SAVUNAN DA ARAP DEĞİL TÜRK ASKERİYDİ.
İslam dini vatan sevgisini önemser. Vatan sevgisi imandandır. http://www.sorularlarisale.com/makale/19652/risalelerde
_vatan_ve_vatan_sevgisi_gibi_kavramlar_cokca_gecmektedir
_diniminizin_vatan_konusudaki_yaklasimi_da_boyle_midir_ayrica_darul_harp
_hakkinda_bilgi_verir_misiniz.html
Vatan düşman tarafından işgale uğrarsa esir olursun. Esir kişiye Cuma namazı farz değildir. Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’nin Damat Ferit Paşa’nın şeyhülislamı Dürrizade Abdullah Efendi denilen “papazın” verdiği “Kuvva – i Milliye’in katli vacip, kanı helaldir” fetvasına cevap olarak verdiği fetvada dediği gibi: “İşgalciyle mücadele Allah’ın emridir. Hiç gücün yoksa yerden üç taş alıp düşmana atmak boynunun borcudur.”
Allah insanları farklı soylarda ve kavimlerde yaratmıştır. Soy ve millet kavramı bu açıdan da reddedilemez. Modern anlamda millet “laik” bir kavramdır. Gönüllü iradesiyle her kim ki bir milletin mensubuyum der, o milletin bir ferdidir. Türk Milletinin evladıyım diyen herkes de dili, dini, ırkı, mezhepi, meşrebi ne olursa olsun Türk Milleti’nin bir parçasıdır. Mezarda değil ama hayattayken “miliyetin nedir?” diye adama sorulur. Başbakan RTE, “Oğullarıyla övünenler, soylarıyla böbürlenenler, mezarlardaki ölülerini dahi sayacak kadar kafataslarını ölçecek kadar aklını ve izanını kaybedenler aynı şekilde Kevser'i de kaybetmişlerdir” diyerek bir kere daha aklı sıra cumhuriyet dönemine ve Atatürk’e çatmaktadır. “Antropoloji, Etnografya Ve Irkçılık Nedir? Ne Değildir?” başlıklı yazımızda bu konuya değindiğimiz için uzatmadan sadece şunu tekrarlayacağız: Irkın biyolojik özelliklerini “bilimsel” amaçlarla araştırmak başkadır, bu araştırma sonuçlarına dayanarak ırksal üstünlük taslamak başkadır. Cumhuriyet Türkiyesi’nden olan şey birincidir. Irkçılığın ne olduğunu merak edenler o dönemki Almanya’ya, İtalya’ya, ABD’ye, Japonya’ya, İngiltere’ye hatta bugün PKK’lıların demokratik diye sığındıkları İsveç’e baksınlar. “Irk kirlenir” diye insanların sterilize edildikleri (kısırlaştırıldıkları) bir dünyada Almanya’dan kaçan bilim adamları 1933’te özgürlükçü diye Türkiye’ye sığındılar. Kimse bilip bilmeden konuşmasın ve dini siyasete alet etmesin.
Sözün özü: Dini gerekçelerle bile olsa kimse adı Türk olan milletimizi, devletimizi ve vatanımızı uzun vadede bölecek girişimleri mazur, masum ve meşru gösteremez. Dini siyasete ve bölücülüğe alet edemez. VATAN VE MİLLET SEVGİSİ ANAMIZIN, BACIMIZIN IRZIDIR. ONA YAN GÖZLE BAKAN DA IRZIMIZIN DÜŞMANIDIR. O GÖZÜ OYMAK DA FARZDIR. HEM AKLEN, HEM DE MANEN…