Bir önceki yazımızdan devam ediyoruz.
Denizden Çanakkale’yi geçemeyen İtilaf Devletleri bu sefer karaya asker çıkartarak Çanakkale ve Gelibolu’yu işgal ederek donanmaya yol açmayı planlarlar. Bunun için İngiltere ve Fransa sadece kendi askerlerini değil, kendi yönetimlerinde bulunana azınlık (müstemleke) ülkelerinin askerlerini de kullanmayı karalaştırırlar. Bunun için Australian and New Zealand Army Corps (Avustralya ve Yeni Zellanda Askeri Kolordusu) yani ANZAC gücü, Hindistan, Senegal, Cezayir askeri gücü de savaşa sokulur. 25 Nisan 1915 günü Fransızlar Anadolu yakasındaki Kumkale’ye, İngilizler Gelibolu yarımadasının ucundaki Seddülbahir’e, ANZAC’lar da Seddülbahir’in biraz kuzeyindeki Arıburnu’na çıkartma yaparlar. Osmanlı Harbiye Nezareti, Çanakkale’nin savunulması için Türk 5.Ordusu’nu görevlendirmiş ve bu ordunun komutasını Alman Mareşal Liman Von Sanders’e vermiştir. Sanders, müttefik çıkartmasının Bolayır civarında yarımadanın inceldiği kıstak civarına yapılacağını düşündüğünden esas savunma birliklerini cephe gerisinde tutar. Çıkartmanın Arıburnu’na yapılıp Gelibolu’ya hakim bir tepe olan Kocaçimen tepenin İtilaf Devletleri güçleri tarafından ele geçirileceğini, bu şekilde Çanakkale Boğazına hakim olan İtilaf Devletleri güçlerinin donanmaya yol açarak boğazı geçebileceklerini önceden kestiren tek bir kurmay subay vardır: 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey. Durumu tümeninin bağlı olduğu kuvvetin komutanı Esat Paşa’ya açtığında Esat Paşa kendisine “Merak etmeyin beyefendi! Düşman bunu yapamaz” cevabını verir. Ne yazıkki 25 Nisan 1915 günü İtilaf Devletlerinin yaptığı çıkartma harekatı – ki o tarihe kadar dünya askerlik tarihinin gördüğü en büyük amfibik (karadan denize) harekattır – Mustafa Kemal Bey’i haklı çıkartır.
Seddülbahir ve Kumkale’de İtilaf devletleri güçlerine başarıyla karşı koyan Türk ordusu Arıburnu’nda başarılı olamayıp geri çekilmeye başlar. Ne varki İngiliz Donanması Amirallik Birinci Lordu Sir Winston Churchill’in tabiriyle İtilaf Devletleri’nin en büyük talihsizliği o anda Arıburnu sahillerinde yaşanır: Düşük rütbeli bir subay – Yarbay Mustafa Kemal Bey – teftiş için Arıburnu’ndadır. Komuta ettiği 19. Tümen Arıburnu’nda biraz içerde Bigalı köyünde ihtiyat gücü olarak bulunmaktadır. Olayın gerisini Yarbay Mustafa Kemal Bey’in günlüğünden takip edelim:
“Birden sahilden bana doğru koşarak kaçmakta olan askerlerimizi gördüm. Onlara neden kaçıyorsunuz? diye seslendim. Efendim düşman! dediler. Nerede? diye sordum. Şu tarafta diye cevap verdiler. Gerçekten bana gösterdikleri tarafta bulunduğumuz yere doğru gelmekte olan ANZAC askerlerini gördüm. O anda ANZAC’lar benim bulunduğum yere, geride istirahat etmeleri için bıraktığım askerlerimden daha yakın bulunmaktaydılar. O anda bir refleks sonucu mu yoksa içgüdüsel olarak mı bilemiyorum; askerlerimize düşmandan kaçılmaz diye bağırdım. Cephanemiz kalmadı dediler. Bunun üzerine cephaneniz yoksa süngünüz var. Süngü tak, yere yat! diye emir verdim. Bizim asker süngü takıp yere yatınca ANZAC’lar da süngü takıp yere yattılar. Kısa bir duraklama oldu. Bu duraklamadan faydalanarak emir subayıma geride istirahatta olan birliğimizi marş marşla çabuk bir şekilde
bulunduğumuz noktaya sevk etmesi için emir verdim. Geriden gelen birliğimiz ANZAC’ları püskürterek sahile kadar sürdü. İşte kazandığımız an, bu andır.” Kıyıya kadar püskürtülen ANZAC’larla, Seddülbahir’e çıkan İngilizlerle ve Kumkale’ye çıkan Fransızlarla tam 8 ay sürecek siper savaşları başlar. Savaşın dehşeti gerçekten korkunçtur. Ne varki Türk askeri “payitahtın (başkentin) kapısını” koruduğunun farkındadır. Geri çekilecek başka yer olmadığının farkındadır. Telafisi olmayan bir muharebenin içinde olduğunun farkındadır. Her şeyden öte kendisini bu ölüm kalım mücadelesine hazırlayan, onları bu mücadelede yalnız bırakmayan komutanlarının varlığının farkındadır ve onların komutasında şahlanmıştır. Üç yıl önce Balkan Savaşı’nda, 15 gün içinde Adriyatik sahillerinden İstanbul’un burnunun dibindeki Çatalca’ya kadar çekilen, Selanik, Manastır, Kırklareli gibi stratejik öneme sahip şehirleri tek kurşun atmadan düşmana teslim eden, 100 yıl öncesine kadar kendi tebası olan toplulukların devletlerinin ordularına yenilen, toplam kuvveti onların toplamından daha fazla olduğu halde savaşmadan kaçan ve gururu kırılan Türk askeri, işini bilen komutanlarının emrinde silkinip kendine gelmiştir. Artık Balkan Savaşları’ndaki korkak, yaşlı, iş bilmez komutanların yerine genç, dinamik, yüreği vatan sevgisi, beyni ilimle dolu, bileği bükülmeyen komutanlar iş başındadır. At sahibine göre kişnemektedir.
Çanakkale Savaşları’nda yarbaylıktan albaylığa terfi eden Mustafa Kemal Bey’in şu tarihi emri savaşın psikolojisini özetlemesi bakımından çok önemlidir. Mustafa Kemal Bey askerlere hitaben şunları söyler: “Ben size taarruzu emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölene kadar geçecek zaman içinde yerimizi alacak olanlar zaferi kazanacaktır. Aramızda
Balkan Harbinn utancını tekrar yaşamaya razı olanlar varsa bunları kendi ellerimizle öldüreceğiz.” Mustafa Kemal Bey, Balkan Savaşları sırasında Yanya şehrini savunurken şehit düşen arkadaşı Ömer Lütfü Bey’in Fransız asıllı eşi Matmazel Corinne’e yazdığı mektupta Çanakkale Savaşları sırasında mücadele eden Türk askerinin maneviyatını çok güzel özetler: “Siperler arası
Konuyla ilgili son yazımızla devam edeceğiz. Saygılarımla…