Yemek yapan hanımlar çok iyi bilirler. Yemeğin altını yakıp tencerenin içindeki yemeği pişirmeye başladığınızda tencerenin içinde buhar birikir. Eğer yemek çok yüksek bir sıcaklıkta pişebilen bir yemekse sıcaklığı arttırırsınız. Bu durumda buhar daha çok artar ve sonunda tencere taşar. Ortada yemek filan kalmaz. Böyle bir durumla karşılaşmamak için hanımlar düdüklü tencere kullanırlar. Tencerenin düdüklü kapağının üzerindeki küçük bir delikten biriken fazla buhar dışarı çıkar. Hem yemek kıvamında pişer, hem de tencere taşmaz, yemekler de dökülmez.
Demokratik toplumlarda iktidarı elinde tutan gücün icraatlarının derecesini ateşin derecesine, toplumun kendisini de tencereye benzetirsek iktidar gücüne karşı gösterilen sokak eylemleri düdüklü tencereden çıkan buhara benzer. Eğer iktidarlar bu buharın tencereden dışarı çıkmasına meşru yollarla müsaade etmezlerse tencere yani toplum taşar. İşte o anda yemeğin kimin üzerine döküleceği belli olmaz!!!
Başbakan sürekli “ben milli iradeyim, millet benimle, ben milletim” diyor. İki yıl önce yapılan seçim sonuçlarını esas alırsak milletin sadece yarısı bu iktidarın yanındadır. Tersinden okursak milletin diğer yarısı, homojen yapıda olmamakla birlikte, başbakandan ve onun icraatlarından nefret ediyor. Devlet yönetimde var olan üç erk (güç) olan yasama ve yürütme erkinin ardından 12 Eylül 2010 referandumuyla yargı erkini de ele geçiren bugünkü siyasi iktidar “gölgelerin gücü adına, güç ben de artık” moduna girmiş bulunuyor. Bu gücü bile yeterli görmeyen başbakan sürekli modern demokrasinin olmazsa olmaz kuralı olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesinden şikayet etmekte ve anayasayı değiştirerek Türk usulü başkanlık sitemiyle şu anda “fiilen” var olan “kuvvetler birliği”ni daha fazla ve resmen kendinde toplamak istiyor. Ünlü bir düşünürün dediği gibi “tarihi tecrübeyle sabittir ki, bütün kuvveti elinde bulunduran, kötülüğe meyleder”. İktidar artık insanların anayasa teminatı altında olması gereken özel hayatına müdahale etme cüretini kendinde görüyor. Ne kadar tuz alacağına, ne yiyip ne içeceğine, kaç çocuk yapacağına, metroda ne şekilde ahlaklı oturup oturmayacağına, mezuniyet törenlerinde ne giyilip giyilmeyeceğine karışmaya kalkıyor. Bunu genel ahlak adına yaptığını da iddia edebiliyor. Bu şekilde toplumu ve devleti, tamamen yapamasa bile yapabildiği kadarıyla, din esaslarına dayalı bir şekilde yeniden yapılandırmaya çalışıyor.
Taksim Gezi Parkı’nda 28 Mayıs’tan bu yana olup bitenleri birkaç ağacın kesilmesini protesto olarak değerlendirmek yanlıştır. İlk başta öyle olsa bile iktidar gücünün yanlış bir taktik kullanarak sert müdahalede bulunması ve on binlerin iktidarın özel hayata müdahaleye kadar varan icraatlarına karşı duydukları muhalefet enerjisi ortaya istenmeyen görüntülerin çıkmasını sağlamıştır. Hükümet toplumun istim (buhar) boşaltmasına izin vermemiş, basını tehdit ve değişik yollarla kontrol altına alarak kendi güdümüne sokmuştur. Bunun üzerine sosyal iletişim ağları alternatif iletişim imkanları sağlamış ve ortak paydası “bu iktidardan ve onun başındakilerden nefret etmek” olan kitleler zembereğinden boşalmış saat gibi içlerindeki muhalefet enerjisini boşaltmışlardır.
Muhalefet enerjisinin boşalması sırasında muhalefet partileri yanlış davranmışlar, bu muhalefet enerjisini ortak bir takım paydalarda anlaşarak sahiplenmek ve iktidara karşı alternatif bir muhalefet gücünü oluşturmak yerine bu harekete kayıtsız kalmışlardır. Bu konuda özellikle MHP’nin tavrı yanlıştır. Eğer MHP bu olaya sahip çıksaydı, PKK’lı grupların Taksim’e girme durumları olmazdı. Zaten BDP, olayların başında “ulusalcılarla bir arada olmayacağız” diyerek tavrını belirlemişti. CHP ve MHP ortak eylem imkanını burada ıskalamış oldular. Fırsatı ıskalamaktan başka ortaya yeni bir tehlike çıkmış oldu. Siyasi partilerin sahiplendiği kontrollü muhalefet gücü istendiği anda geri çekilip halk teskin edilebilecekken, şimdi kontrolsüz ve başıboş olan muhalefet gücü sağa ve sola çarparak çok daha tehlikeli hale gelebilir. “AKAPE’Yİ BEN İKTİDAR YAPTIM” diyen Abdullah Öcalan’ın “Gezi Eylemleri’ni destekliyoruz” demesinin ardından “marjinal terör gruplarını” bahane eden hükümetin eylemleri gayri meşru göstermesinin ardında bir danışıklı döğiş yatıyor mu diye düşünmeden edemiyor insan. Açılım konusunda AKAPE’ye muhtaç olan PKK ve BDP, acaba meydana Öcalan posterli adamları sokarak iktidarın eline koz veriyor olmasın? Facebook’ta sivil vatandaş ve eylemci kılığındaki sivil polislerin ve iktidar yandaşlarının sağa sola saldırmaları, başörtülü kızları taciz etmeleri ve bunu protestoculara mal etmesinin hikmeti ne olabilir!!! Gezi parkındaki ve Türkiye’nin diğer yerlerindeki başörtülü protestocu kızları görünce bunun iktidar yandaşlarının bir oyunu olup olmadığı konusunda insan ikileme düşüyor!!! MHP ve CHP’nin boşluğunu BDP ve diğer sol partiler dolduruyor. Bu da devlete kurumsal olarak bağlı kitleyi iktidarın yanına çekiyor. Muhalefet dışarıda kalarak gerçekten çok büyük bir yanlış yaptı.
Başbakanın havaalanı ve meclis konuşmaları ve “inadım inat” tavrı ateşe benzin dökmekle eş anlamlıdır. Bir siyasi liderin toplumun genel tavrını göz önüne alarak yanlış yaptığını kabullenerek geri adım atması, kendi şanını eksiltmez, tam tersine yüceltir. Padişahlık, sultanlık tripleriyle ülke yönetilemez. Yapılan eylemler hükümeti devirmek amacıyla yapılmış bile olsa meşrudur. Kaldıki, bunu üzülerek söylüyorum, bu eylemleri yapanlar terörist bile olsalar artık hükümetin bu kişileri terörist olmakla ve terör eylemi yapmakla suçlama hakkı kalmamıştır. Çünkü tescilli terör örgütü olan PKK’nın adamlarıyla müzakere ve anlaşma yapmasıyla terör artık siyaseten meşru hale gelmiştir. Dolayısıyla AKEPE’nin ve onun tabanının terörü lanetleme hakkı artık kalmamıştır!!!
Bu olayların sınırlı içki yasağının mecliste kabul edilmesiyle aynı gün başlaması da tesadüf değildir. Demokrasi iktidarın seçimle işbaşına geldiği rejim değildir. İktidarın seçimle değiştirilebildiği, insanların iktidara karşı tepkilerini dile getirebildikleri rejimdir. Bu olaylar hükümet değişimine falan “şimdilik” yol açmaz. Eğer hükümet bu olayları güvenlik güçlerine “tarayın geçin, ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” diyerek bastırtırsa o zaman olayların boyutlarının nereye varacağını kimse kestiremez. Ne yazıkki 11 Haziran 2013 Salı akşamı itibariyle İstanbul Valisi’nin gece yaptığı açıklamayla bu süreç başlamış gibi görünüyor!!!
Bu eylemlerle halk, temelde hükümete şunu diyor: “Yediğime, içtiğime, giydiğime, gezdiğime, sevdiğime, düşündüğüme ve yaptığıma karışma. Sen sultan ya da padişah değilsin. Kendine gel”. Hükümet “mesaj alındı” işaretini verir ve içki yasağı dahil özel hayata müdahale eylemlerinden vazgeçerse, bundan sonraki icraatlarında kendilerini sevmeyenlerin düşüncelerini de dikkate alırsa bu olaylar kesilir. “Diğer % 50’yi zor zaptediyorum, camiler kışlamız, minareler süngümüz, kubbeler miğfer, müminler asker” diyerek birileri, muhalefeti tehdit moduna girerse durum daha da vahimleşir. Halkı kin ve nefrete tahrik etmek suçtur. Başbakan zaten bu konuda yargı kararıyla tescilli, sabıkalı bir siyasetçidir. Umarım bu yanlışı bir daha yapmaz.
Muhalefet enerjisi mutlaka düdüklü tencere misali doğru yönde harcanmalıdır. Yoksa vay halimize…Servan Öncel