Türkiye'de nurcu ve siyasal dinci kesim tarafından kült romanlardan biri olarak kabul edilen ve yıllarca bu kesim için"best - seller" (en çok satanlar) listesinin başında olan bir roman vardır: Minyeli Abdullah. Muhtasar (takma) adı"Hekimoğlu İsmail" olan ve Nur Cemaatinin yayıncı olan TİMAŞ'ın yıllarca yönetim kurulu başkanlığını yapmış olan Emekli Tank Astsubayı Ömer Okçu tarafından ilk baskısı 1967 yılında yazılan bu roman yaklaşık 25 yıl boyunca Türkiye'de şeriat düzeni özlemi içinde olanların başucu kitabı oldu. Minyeli Abdullah romanı 1989 yılında beyazperdeye aktarılarak iki bölüm halinde filme çekildi. Kaderin garip cilvesine bakın ki filmde başrol olan Minyeli Abdullah karakterini yıllar sonra Cumhuriyet Halk Partisi'nden İstanbul Milletvekili seçilecek olan Berhan Şimşek oynuyordu!!! Peki bu roman ne anlatıyordu? Daha da önemlisi kime sesleniyor ama gerçekte kimin ne anlamasını istiyordu?
Minye, Mısır'da Nil Nehri kenarında Kahire ile İskenderiye arasında bir şehirdir. Bu şehirde doğup büyüyen ve İslam dininin aynen 1400 yıl önceki yorumuyla; siyasi, hukuki, askeri, iktisadi ve kültürel tüm boyutlarında hayatın her alanına hakim olmasını isteyen Abdullah isimli bir gencin Mısır'ın “zalim, ceberrut”, kağıt üzerinde İslami ama pratikte "kökten laik" kralı 1. Faruk döneminde çektiği acılar ve yaşadığı zorluklar romanda anlatılır. Dini inançları ve vecibelerini yerine getirmekteki titizliği nedeniyle hapse atılan, hapiste türlü işkenceler çeken Abdullah, mahkemede inancının gereklerini ve davasını yüreklice savunur. Buna rağmen idama mahkum olur. Ne varki idamın infazından bir gece Mısır'da darbe olur ve Mısır Ordusunun genç subaylarından Muhammet Necip önderliğinde bir cunta Mısır'da yönetime el koyarak bütün siyasi suçlulara af çıkartır. Abdullah da bu aftan yararlanarak hapisten çıkar. Muhammet Necip kısa bir süre sonra darbenin ikinci adamı Cemal Abdül Nasır tarafından saf dışı edilir ve ipler Mısır'da Cemal Abdül Nasır'ın eline geçer. Arap Milliyetçiliği, sosyalizm ve İslamcılık karışımı bir çeşit Baas benzeri bir rejim uygulayan Abdülnasır başta siyasal dincileri hoş tutar. Onları devlet bürokrasisi içinde kilit noktalara getirir. Ne varki daha sonra başta Seyyit Kutup'un fikri öncülüğünü yaptığı ve bugünkü Mısır'ın devrik devlet başkanı olan Muhammed Mursi'nin partisi olan "Müslüman Kardeşler"i (İhvan -ı Müslimini)yasa dışı ilan ederek "mümin müslümanlar" üzerinde Kral Faruk dönemindeki kadar olmasa da zulme devam eder. Aktif siyasette bulunmayan Minyeli Abdullah her fırsatta cihat düşüncesini topluma konferanslar, sohbetler yoluyla telkin eder. Yurt dışına da gider. Hatta yolu Türkiye'deki dinci öğretim üyeleriyle de örtüşür. Mısır'daki yönetimi "kötünün iyisi" görür ve başta komünizm olmak üzere "din dışı"oluşumlarda mücadele eder. İslam dışı yaşayan kesimlerle sözlü ve fiili mücadeleden kaçınmaz. En sonunda 1967'de Mısır'larda İsrail arasında yaşanan "6 Gün Savaşı" sırasında vatanını ve dinini Yahudilere karşı savunurken şehit olur.
Roman Mısır'da geçse de romanın ana fikri şudur: "Mısır sana söylüyorum, Türkiye sen anla!" Tıpkı "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" atazözünde olduğu gibi...Roman aslında Türkiye'yi ve Türkiye'deki siyasal dincilerin ve dinciliğin konusuyla bunların devlet ve toplumla ilişkisini anlatmaktadır. Yazıldığı dönemde hukuki takibattan ve cezai yaptırımdan korunmak maksadıyla Mısır bir tür " kamuflaj" olarak kullanılmıştır. Minyeli Abdullah aslında Türkiye'deki "Müslüman" gençliğin sembolüdür. Kral Faruk, Atatürk'tür. Muhammed Necip "asker Menderes"tir!!! Cemal Abdül Nasır bir tür Kenan Evren'dir!!!
Bütün bunları niye anlattık? Mısır pek açıdan Türkiye'ye benzer. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan bu yana Mısır, Türkiye için önemli bir yerdir. Türkiye'den önce Hidivler döneminde batı tipi modernleşme sürecine giren Mısır daha sonra bu konuda Türkiye'nin gerisinde kalmıştır. Cumhuriyet döneminde Osmanlı Hanedanı mensubu ve cumhuriyetin getirdiklerinde arası iyi olmayan pek çok kişi Mısır'a göç etmişlerdir. TÜRKİYE İÇİN BOĞAZLAR, MISIR İÇİN SÜVEYŞ KANALI HAYATİDİR. Mısır İslam ülkeleri içinde liderlik konusunda Türkiye'yle yarış içinde olan bir ülkedir. Özellikle Cemal Abdül Nasır döneminde Türkiye – Mısır ilişkileri çok gerilmiştir. Başta ister İslamcı, ister nispeten “laik” bir yönetim olsun, bütün Mısır yönetimleri Türkiye ile örtülü bir rekabet içindedir. Siyasi rekabet yüzünden gerçekte Mısır’la aramız hiç iyi olmamıştır. 80 Milyonluk dev nüfusuyla Arap ülkelerinin en kalabalığı olan Mısır, aynı Türkiye gibi doğu – batı, yeni – eski, geleneksel – modern kavgasını kendi içinde barındıran ve İslam ülkelerine modellik konusunda Cumhuriyet Türkiyesi ile rekabet halinde olan bir ülkedir.
3 Temmuz 2013'te Mısır'da gerçekleşen darbeden sonra bugüne kadar Mısır ile ilgili yazılı ve görsel basında yaşanan tartışmalarda aslında Mısır tartışılmıyor, Mısır üzerinden Türkiye tartışılıyor. İktidar partisi kendisini Müslüman Kardeşler ile özdeşleştirip " Mısır'da olduğu gibi Türkiye'de de darbe olur mu?" Korkusu yaşıyor. Recep Tayyip Erdoğan kendisini Muhammed Mursi ile özdeşleştiriyor. RTE karşıtları da Mursi için "Mısır'ın Tayyibi gitti!" Diye başlıklar atıyorlar. Minyeli Abdullah'ın başka bir türü olarak “Minyeli Tayyip” senaryosu her iki tarafta da yazılıyor. Bilerek veya bilmeyerek!!!
Her ne kadar iki ülke arasında çok fazla benzerlik olsa da Türkiye, Mısır'dan çok daha fazla gelişmiş, demokrasi deneyim ve kültürü çok fazla olan bir ülkedir. Kesintisiz 90 yıllık cumhuriyet ve zaman zaman kesintili olsa da 70 yıllık çok partili demokrasi kültürü olan Türkiye elbette bir Mısır değildir. Türkiye kendi sorunları demokrasinin sınırları içinde çözebilecek yeterliliğe ve erdeme sahiptir. Bir siyasi Türk büyüğünün buyurduğu gibi "demokrasilerde çare tükenmez".Yeterki akl – ı selim her zaman galip gelsin ve demokratik mekanizmalar her daim çalıştırılabilsin. Yeterki birileri çağdaş demokrasinin olmazsa olmaz kuralı laik devlet düzeninin sinir uçlarıyla oynamasın. Yeterki birileri bu ülkenin kuruluş felsefesiyle kavga etmesin. Yeterki birileri demokrasiyi “gizli siyasal dinci emellerine ulaşmak için bir araç” olarak görmesin. Yeterki birileri bu ülkenin, devletin, milletinin kimliğinin tekliğinin pazarlığını gayrimeşru ortamlarda, gayrimeşru kişi ve kurumlarla yapmasın. Yeterki birileri "istihbarat aldım, beni de devirecekler" korkusuyla demokrasinin subap kapaklarını kapatıp muhalefet enerjisinin açığa çıkmasına engel olmasın!!!
TÜRKİYE MUZ, BUZ, TUZ, PAMUK YA DA ANANAS CUMHURİYETİ DEĞİLDİR. Tarih geleceğe bakılarak yaşanır ama düne bakılarak anlaşılır. Bu ülkenin tarihsel birikimi başka çevre ülkelerle kıyaslanmayacak kadar fazladır. Kimse psikolojik rahatsızlıklarla bu ülkeyi ve kendisini başka ülkelerle ve o ülkelerin yöneticileriyle özdeşleştirmesin. Ortada art niyet yoksa ve samimiyet varsa her sorun usulünce çözülür.Kimse korkmasın!!!