23 Aralık 1930 günü İzmir’in Menemen İlçesine bir gün önce gelen bir grup sabahın erken saatlerinde Menemen’in merkez camisinin etrafında toplanarak “Allah – u Ekber; Müslümanlar sancak - ı şerifin altında toplansın” nidalarıyla haykırmaya başladı. Grubun başında bulunan Derviş Mehmet adlı yobaz, çektiği afyonun da etkisiyle “Kafirlerin başı gövdelerinden ayrılacak, ben mehdiyim, bana kurşun işlemez” diye nara atıyordu. Gittikçe kalabalıklaşan grup etrafta başlarında şapka olan erkek vatandaşlara saldırıp şapkalarını yere atarak çiğnemeye başladılar. Havaya ateş açtıkça hem gruba katılanların, hem de gruptan korkup kaçanların sayısı artmaya başladı.
Bu olaylar devam ederken Menemen’de yedek subay olarak askerlik görevini yapmakta olan Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay, bir manga askerle olay yerine intikal eder. Kalabalığa hitaben “durun, bu yaptığınız cumhuriyete karşı isyandır, sakin olun, evlerinize gidin, kardeşe kardeş kanı döktürmeyin” diyerek “telkinle” kalabalığı yatıştırmaya ve olayı kan dökmeden kapatmaya çalışır. Derviş Mehmet’ten Kubilay’a cevap gecikmez: “Çekil önümüzden kafir! Ben mehdiyim, bana senin kurşunun işlemez”. Kubilay yanındaki askerlere emreder: “Asker, nişan al!”. Askerlerden biri Kubilay’ın kulağına fısıldar: “Tüfeklerimizdeki mermiler tatbikat mermisi, kurusıkı, gerçek emrimiz yok.”. Kubilay cevap verir: “Daha iyi. Kan dökmeye gerek kalmaz. Korkutur dağıtırız.” Askerler nişan alıp ateş ederler. Kimseye bir şey olmaz. Derviş Mehmet haykırır: “Bakın gördünüz mü? Ben mehdiyim. Bana kurşun işlemedi !”. Kubilay askeri karakola geri gönderir ve kalabalığın üzerine yürür. Hala kan dökmeden işi halledebileceğini düşünmektedir. Kalabalığa hitaben “sizinle konuşmak istiyorum, bu yaptığınız isyandır, evlerinize gidin der”. Kalabalıktan “gelme üzerimize kafir” naraları yükselir. Tam bu sırada kalabalıktan bir el silah sesi duyulur. Kubilay yaralanarak yere yığılır. Kalabalık Kubilay’ı bulunduğu yerden alıp caminin şadırvanına götürürler. İşte tam burada insan olanın utanması gereken vahşi bir sahne yaşanır. Kubilay’ın başı kör bir bağ bıçağı ile kesilir. Kesik başı eline alan Derviş Mehmet “Kafirlerin başları gövdelerinden böyle ayrılacak, Gazinizinki de, İsmetinki de !” diye haykırır. Kesik baş camiden alınan sancak – ı şerifin ucuna takılır ve Menemen sokaklarında gezdirilir. Tam bu sırada askeri birlikler olay yerine intikal ederek makineli tüfekle yaylım ateşe başlarlar. Derviş Mehmet ve iki adamı olay yerinde ölür kalanlar ise yaralı vaziyette ele geçirilir.
Olayı Yalova’ya giderken yolda öğrenen Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın ilk emri cidden korkunçtur: “Menemen’i yakın, haritadan silin. Neden halk gericilere karşı koymadı?” Gazi Mustafa Kemal Paşa öfkesi geçene kadar zor sakinleştirilir. İzmir, Manisa, Balıkesir ve Menemen’de sıkıyönetim ilan edilir. Olayla uzaktan yakından ilgili kişiler mahkemelerde yargılandıktan sonra darağacını boylar.
Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa olayların akışının tahlili, tarihi okuyanları şaşırtıcı bir mahiyet arz eder. Tarih öncelikle ibret almak için, geçmişte yapılan yanlışları bir daha tekrarlamamak için okunur. İbret alınmazsa tarih tekerrür eder. Tarih aslında biraz “tekerrürden” biraz da “tefekkürden” ibarettir. Ne demiş Üstat Mehmet Akif:
“Geçmişten adam hisse kaparmış... ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Menemen’de meydana gelen bu çağdışı, gerici hadisenin bir benzeri bundan 17 yıl önce Sivas’ta yaşandı. Cumhuriyet, laiklik karşıtı bir grubun kışkırttığı insanlar, bir Cuma namazı çıkışında 37 kişiyi diri diri yakmakta bir sakınca görmediler. Tıpkı Derviş Mehmet’in azdırdığı grubun Kubilay’ı alçakça katletmesinde olduğu gibi. Madımak Oteli cayır cayır yanarken, fanatizmden azmış insanlar “Allah’ım bu senin ateşin, cehennem ateşin” diye haykırarak mutluk gözyaşları dökebildiler. Peki Menemen’deki ve Sivas’taki bu zıvanadan çıkmış grubu bu hale getiren dürtü neydi? Bunun kısaca tek bir adı var: “Linç Psikolojisi”.
Etnik, dini, mezhepsel, cinsel duygular toplumlarda daima istismara açık kavramlardır. Bir toplumda yaşayan bir grup, hoşlanmadığı diğer grubu ortadan kaldırmak ya da etkisiz hale getirmek isterse toplumun çoğunluğuna moda tabirle “gaz vererek”, kışkırtarak onları diğer grubun üzerine yönlendirebilir. Kalabalığın önemli bir kısmı “haklı bir dava uğruna” savaştığına da inanırsa kendisi gibi inanmayanları da düşman görmeye başlar. Toplum psikolojisinin evrensel kuralı bu noktada işlemeye başlar: “Çoğunluğa uyma, çoğunluktan dışlanmama, çoğunluğun yapıp başaracağı işten pay alma.” Buna “sürü psikolojisi” de denebilir. Neticede o gün o otelin yanması sırasında alkış tutanların önemli bir kısmı da çoğunluğa uyarak doğru bir iş yaptıklarını sanmışlardı. Onlar kendilerince ahiretteki cehennem ateşini yeryüzünde yakarak Allah’ın hoşgörüsünü kazandıklarını da düşünüyorlardı. Yaptıkları işin iğrençliğinin farkında olmadan böyle düşünmüşlerdi.
Yüce Allah, Kur’an – ı Kerim’de “bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir” buyurur. Hiç kimse Allah’ın zaptiyesi değildir, durumdan vazife çıkartarak bu hakkı kendi kendinde göremez. Sivas’ta Müslümanlık adına işlenen cinayetler bir insanlık suçudur. Hiç kimsenin öldürülen insanlarla aynı düşüncede olmak gibi bir zorunluluğu olamaz. Hatta ölen insanlardan düşünce olarak nefret de edebilirsiniz ama bu onları öldürme hakkını kimseye vermez. Yaşam hakkı en kutsal haktır. Ne oldu peki? Atatürk’ün “cumhuriyetin temelleri burada atıldı” dediği güzide şehrimiz Sivas tam 17 yıldır nasıl anılıyor? Bu cinayetleri işleyen katiller İslamiyet’e ve insanlığa hizmet mi ettiler yoksa kötülük mü ettiler? Bu olaylara şahit olan kafası karışık bir genç İslamiyet’e yakınlık mı duydu yoksa İslamiyet’ten soğudu mu?
Bu cinayeti tezgahlayanların ve en önde haykıranların istediği yaşam tarzı Türk halkını ortaçağ karanlığına götürmek isteyen zihniyetin istediği tarzdır. Askerliğimi Sivas’ta yaptım. Çarşı izinlerinde hep Madımak Oteli’ne gider kalırdım. Otel sahibi Murtaza Amca - yaşıyorsa Allah uzun ömür versin, vefat ettiyse Allah rahmet eylesin - ile bu olayların perde arkasını konuşma imkanım oldu. Kendisi sadece 15 dakika farkla ölümden kurtulmuştu. Otel personelinden de iki kişi bu katliamda hayatını kaybetmişti. Bu olayların yaşanması sırasında meydana gelen ve Sivas’taki askeri ve mülki zafiyeti de gösteren olayları bizzat Murtaza Amca’dan dinlemiştim. Sivas’taki Alevi nüfus bu olaydan sonra Sivas’ı terk etmeye başladı. Bugün İstanbul’da en çok Sivaslılar yaşıyor. Sivaslı bir öğrencimin bir iş görüşmesi sırasında yaşadığı bir olay, Sivas Katliamı’nın yurdum insanı üzerinde nasıl bir etki yaptığını göstermesi bakımından ilginçtir. İş görüşmesi sırasında öğrencime iş yeri sahibi sorar: “Nerelisin?” Öğrencim: “Sivaslıyım” diye cevap verir. İşyeri sahibi bu kez şöyle sorar: “Yananlardan mısın? Yakanlardan mısın?” Öğrencim iş yerini terk eder.
Sivas Katliamı Türk toplumunda, Alevi toplumunda bir travma yaratmıştır. Bu yara kolay kolay kapanmayacak. Burada Devlet Bakanı Faruk Çelik’in güzel bir sözünün altını imzalıyorum. “Olanları unutmayalım ama yeni düşmanlıkları da tahrik etmeyelim”. Olanlar neticede bütün Sivas halkına asla ve asla mal edilmemeli. Sivas, şehriyle, insanlarıyla, tarihiyle çok güzel bir yer. Bu arada Sivas’ta yaşananlar yüzünden yıllarca özellikle milliyetçi muhafazakar bazı siyasi teşekküller töhmet altında da bıırakılmıştır. Burada önemli bir noktanın d altını çizmemiz lazım. Katliamdan kurtulan sanatçı Arif Sağ’ın ifadesiyle dönemin Büyük Birlik Partisi (BBP) Sivas İl Teşkilatı sorumlularının insanca tavrı olmasaydı, katliamda ölenlerin sayısı en az iki kat fazla olabilirdi. Bunu sanatçı Arif Sağ da doğrulamaktadır:
"Otel yanmaya başladığı zaman arkadaki camı kırdılar, biz de camdan bir boşluğa atladık. O boşluğun ne olduğunu da bilmiyorduk. Atladığımız yerdeki tenekeler yıkıldı, biz balkona düştük. Balkon da Büyük Birlik Partisi'nin binasının balkonuymuş. Otel ile bina arasında bir balkon. Sonra orada patırtılar kütürtüler duyuldu. Karşı koydular önce oradaki insanlar. 'Biz sizi çağırmadık' gibi şeyler söylediler. Sonra BBP'nin il başkanı ya da başkan yardımcısıydı kim olduğunu bilmiyorum. Bir arkadaş beni görünce itiraz edenleri durdurdu bizi içeri aldılar. 41-42 kişiydik. İçeri girdik oturduk. Sonra bizi içeri aldırtan arkadaş, 'Arif abi, Allah'ın hikmetine bak. Yıllar önce Kızıdağ'da bir kış günü arabam bozulmuştu. Sen durdun beni arabana aldın. Sivas'a getirdin beni ölümden kurtardın. Bugün de Allah kısmet etti ben sizi ölümden kurtardım' şeklinde konuştu. Orada bir saat kaldık, bizi emniyet müdürlüğüne götürdüler. Orada yaşadığımız budur. Biz hiç bir zaman 'BBP'liler geldiler bizi yaktılar' gibi bir laf etmedik. Öyle bir şey yok." [1]
Allah bütün insanlara tarihten ders almayı nasip etsin ve milletimize Sivas Katliamı’nı unutturacak acılar yaşatmasın.