AKAPE
İstanbul Milletvekili Oktay Saral’ın yaklaşık 10 – 15 gün önce ortaya attığı
ilginç ve bir o kadar da korkunç teklif candaş, yandaş basının gözünden
bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde geçiştirilirken diğer kısım basın yayın
organlarında epey tartışıldı. Başbakan RTE’nin Muhteşem Yüzyıl dizisini hedef
tahtasına koyarak başlattığı tartışma sonunda Oktay Bey’in ilginç teklifi gündeme
geldi. Beyefendiye göre Türk toplumu büyük bir ahlaki yozlaşma içindeymiş, ekonomi
mükemmel bile olsa dünyevi (seküler) yaşam tarzını benimsemenin sonucunda
toplum ahlaktan uzaklaşıyormuş. Gençleri, gelecek nesilleri bu ahlaki
yozlaşmadan korumak ve kurtarmak için maneviyat bakanlığı kurulmalıymış ya da
her bakanlık bünyesinde “ahlakı koruma ile ilgili çalışmalar yapılarak”, “ahlaksız” olarak görünebilecek
başta televizyon yayınları ve görsel iletişim araçları olmak üzere her türlü “ahlaksızlık”la mücadele
edilmeliymiş. Her ne kadar beyefendi daha sonra “ahlak bakanlığı kurulsun demedim” dese de
bakanlıklar içinde bu konuda çalışmalar yapılması teklifinin arkasında durdu.
Muhteşem
Yüzyıl’la ve “bizim öyle bir ecdadımız
var mıydı, yok muydu?” tartışması hakkındaki düşüncelerimi ayrı bir yazı
konusu olarak ele almayı düşünüyorum. Bununla ilgili şimdilik sadece bir
cümleyle yetinmek istiyorum. Tarih bilgisi
ortaokul milli tarih dersi kitabının Osmanlı tarihi ile ilgili bölümünden arta
kalan bilgi kırıntılarından ibaret olanların ya da kendilerine cemaat okullarında
ve yurtlarında Osmanlı padişahlarını evliya gibi, cumhuriyet yöneticilerini de,
başta Atatürk olmak üzere, şeytan, deccal gibi gösterilenlerin bu konuda fazla
ahkam kesmemeleri kendileri açısında daha “ahlaklı” bir duruş olur. Bir tarih ve
iktisat öğretmeni olarak merak edenlere nasıl bir ecdadımız olduğunu
anlatabilirim. Böyle davranmakta ısrarcı olanlar gerçekler karşılarına
çıktığında uzun vadede zararlı çıkarlar.
Hayatta
en korktuğum kavramlar “içi yuvarlak
kavramlardır”. Eskilerin tabiriyle “efradını cami, ayarını mani” kabilinden,
bugünkü tabiriyle “lastik gibi istenilen her yere çekilebilen” sözler ve kavramlar
hep bendenizi korkutmuştur. Aslına zarar verilip her yere lastik gibi çekilen
kavramlar sonucunda herkes, her şeyden istediği anlamı çıkarabilir. Bu kavramların
başında da “genel ahlak kavramı” gelir.
Ahlak nedir? Ahlak sözcüğünü Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne bakarak tanımlarsak “Bir toplum
içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları” olarak
tanımlayabiliriz. Peki ahlakın kökü nedir? Toplumsal alışkanlıklar. Peki bunlar
statik midir (durağan mıdır?) Toplumun belli bir kesimine göre “ahlaklı” olan bir davranış tarzı
diğerine göre “ahlaksız” olarak
nitelendirilemez mi? 100 yıl önce ahlaksız sayılan bir davranış bugün ahlaklı
sayılmıyor mu? Değişim dediğimiz kavram sosyal bir varlık olan insan için
kaçınılmazsa ahlaki değerler de değişmeden aynı mı kalır? İnanan bir insanın
ahlakı ile inanmayanın ahlakı aynı mıdır? Herkes aynı şeyleri ayıplamak ya da
aynı şeyleri alkışlamak zorunda mıdır?
Somut
örnek vermek gerekirse 18 yaşın üzerinde bekar bir hanım ve bekar bir erkeğin flört
etmesi, el ele tutuşması, gençlerin parkta birbirlerine sarılmaları, içkili bir
mekanda içki içmeleri Oktay Bey’in ve başbakanın zihniyetine göre ahlaksız mı
oluyor? Bale, Türklerin İslamiyet’ten önce uğraştıkları bir sanat dalıdır. Ne
varki bugünkü başbakan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken baleyi “belden aşağı sanat” olarak
nitelendirmişti. Mardin Yeşilay Genel Müdürü yaklaşık iki ay önce ”Mardin
Artuklu Üniversitesi şehre ahlaksızlık getirdi” diyebilmişti.
Bu kafaya göre plajda kadın ve erkek birlikte denize giremez. Okullarda karma
eğitim olamaz. 13 yaşından sonra bir kız çocuğu başı açık sokağa çıkmaz. Eve
misafir geldiğinde haremlik – selamlık oturmak zorunda kalınır. İşte “çağdaş
ve demokrat” ahlak anlayışı!!!
1979’da
İran’da Şah rejimi devrilirken komünistler, liberaller, demokratlar ve dinciler
el birliğiyle şahı devirdiler. Zannettiler ki yaptıkları bu ittifak sonucunda
despot, zalim Şah gidecek ve onun yerine demokratik bir idare gelecek. Ne
varki şahın yerine gelen Humeyni, iktidarı tam olarak ele geçirince ilk iş
olarak komünistleri, solcuları, liberalleri temizledi. Kendi dinci
yönetimini kurdu. Türkiye’de de benzer bir durum söz konusu. Bazılarının despot dediği ulus devlet ve laik düzene karşı
kurulan yeşilordu koalisyonunun belkemiğini oluşturan dinci kesim, gücü tam
olarak eline aldığına yavaş yavaş inanmaya başladığı için gerçek yüzünü ortaya
çıkarmaya başladı.
Bu koalisyonun bir zamanlar en ateşli taraftarı olan Ahmet Altan’ın Taraf
gazetesini bırakmasını da bu gözle incelemeliyiz. 4 + 4 +
4 ile yetiştirilmek istenen dindar nesil aslında cemaat, ümmetiçilik
çizgisinden ayrılması istenilmeyen dinci nesildir. Böyle bir
nesil demokrat bir nesil olamaz çünkü cemaat kültüründe “dogma, biat ve itaat” vardır. Bu üçünün olduğu yerde “eleştiri, farklı fikirlere tahammül, özel yaşama saygı” söz konusu bile
olamaz. Çünkü rehber olarak alınan şey akıl ve mantık değil inançtır, yani
dogmadır yani kayıtsız şartsız kabul edilen kavramlardır.
Sözün
özü genel ahlak kavramı her ne kadar kökünü dinsel geleneklerden alsa da herkesten herkese değişen bir kavramdır.Ünlü düşünür Oscar Wilde “ahlak,
güçlünün zayıf üzerinde kurduğu baskı aracıdır” diye bir ahlakı tarifi
yapmıştır. Gerçek ahlaklı insan verdiği sözü yemeyen, yalan söylemeyen, dürüst
olan insandır. Bir adam karısını sokak ortasında döverken, hatta onu bıçaklayıp
öldürürken “karı koca arasına şeytan bile girmez” deyip adam bile denmeyecek
yaratığa müdahale etmeyen ama elele dolaşan kız ve erkeğe ahlaksızlar diye
müdahale eden halkın kendisi en büyük ahlaksızdır. Ahlak buysa bu ahlak
anlayışı sevilmez onun ancak içine edilir. Kimse
kimsenin ahlak zaptiyeliğini, namus bekçiliğini yapamaz. Bu kimsenin ne
hakkıdır, ne de haddir. Özel yaşam kutsaldır. Başta cinsellik olmak üzere
Türkiye’de pek çok konu tabu ilan edilerek bu konular hakkında konuşulması bile
ahlaksızlık sayılır. Ne varki bunları konuşmayı bile yasaklayan “ahlakçı” zihniyet töre cinayetlerini
meşru görür, evlenme çağındaki kızı önce amcasının oğluna teklif eder, 13
yaşındaki kızı dedesi yaşındaki adama vermekten çekinmez. Çünkü kız artık
ergenliğe girmiştir ve gözü açılmadan evlendirilmelidir. Aynı kafa evlenen kız
öğrencilerin liseden kaydının silinmesi uygulamasını kaldırtarak çocuk yaşta
evliliklerin önünü açar. Cinsel duygularını bastırılan toplum bireyleri de
belli noktalarda patlayıp inekle, ördekle cinsel ilişkiye girecek kadar
sapıklaşabilir. Olay aile içi ensest ilişkilere kadar dayanabilir. İşte dini kalkan
ve bahane yaparak ortaya çıkan sapık ahlak anlayışının sonu budur. Her kimki
gereğinden fazla ahlak lafı eder, ahlaksızlığından ilk şüphe duyulması gereken
kişi odur. Çünkü bilinçaltını dışa vurup savunma mekanizması geliştirme
durumundadır..
Bakanlıklarda
ahlak kontrol birimleri kurma fikrinin ucu İran’daki devrimi ihraç ve rejimi
koruma bakanlığına ya da “Şuray – ı
Nigahban” a kadar gider. İşin
sonu ev partilerini basıp dans eden ve içki içen gençleri hapse atan “besiç”
isimli milislerin Türkiye kolunun kurulmasına kadar gider. 103 yıl önce
2. Meşrutiyet’in özgürlükçü ortamını getiren İttihat ve Terakki’ye “dinsizler,
hürriyet diye diye dinsizliği getirdiniz, İslam kadınları Beyoğlu’nda yüzleri
açık geziyorlar, meyhaneler açık, gün gelecek sizden hesap soracağız” diyen Şeriatçı
Volkan Gazetesi ve onun başyazarı Derviş Vahdeti de ahlak sorunundan dem
vuruyordu. Tarih tekerrür ediyor!
Gerçek
demokrasi de bireylerin özel hayatları, bireysel tercihleri kutsaldır. Devlet,
halk, cemaat, aile bireyin özel hayatına karışamaz. 18 yaşında herkes kendi
kararını kendi verir. Telkin başkadır, yasaklama başkadır. Türkiye son 10 yılda
demokratikleşmedi, muhafazakarlaştı. Bu muhafazakarlık çağdaş şekilde
yorumlanmaya açık Türk – İslam Muhafazakarlığı değildir. Arap Vahhabi
anlayışını esas alan bir muhafazakarlıktır. Televizyon dizilerinde öpüşme
sahnelerinin makaslanmasından, ramazanda konser verilen yerlerde ve üniversite
sosyal tesilerinde içkinin yasaklanmasından, televizyonlarda sigaranın,
nargilenin ve bebeklerin cinsel organlarının mozaiklenerek kapatılmasından,
Sağlık Bakanı’nın “sigarayla mücadele edildiği gibi içkiyle mücadele edilmeli” demesinden, bu
laftan gaza gelen Afyon Valisi’nin il sınırları içinde içki yasağını
genişletmesinden, başörtüye özgürlük getirebilmek için kılık kıyafet serbest
bırakılırken kızların şort ya da kısa etek giymesine yasak koyulmasından hatta
son olarak Eurovision Şarkı Yarışmasından çekilmemizden bile bun durum
rahatlıkla anlaşılabilir. Bu ülke laiktir. Demokrat olmak için de laik olmak
zorundadır. Laiklik olmadan demokrat olunamaz. Laik bir devlette devletin
görevi din ve vicdan özgürlüğünün ortamını sağlamaktır. Devlet yönetim
kuralları din kurallarına dayandırılamaz. Hukuk, siyaset ve eğitim tabiri
caizse dinden arındırılmıştır. Devletin dindar nesil ya da dinsiz nesil
yetiştirmek ne görevidir, ne hakkıdır, ne de haddidir. Elin adamının da çıkıp milletin, gençlerin ahlakını denetleyip buna
uymayan dizileri, yayınları yasaklatmayı teklif etmek de ne görevidir, ne hakkıdır,
, ne de haddidir. Baskının en korkuncu din yoluyla yapılan baskıdır.
İnsanı delirtebilir, dinsiz bile yapabilir ya da insanı mankurtlaştırır. Mürşide
itaat eden mürit poziyonunda robotlaştırır. Gözünü aç ey Türk vatandaşı, özel
hayatın tehlikededir. Bunu bil ve ona göre tavrını al. Tehlike büyük, farkında olmasan bile…