Spor, özellikle de futbol kitleleri peşinden sürükleyen bir kavram. Futbolun kitleler arasında bu kadar rağbet görmesinin belli başlı sebepleri şu şekilde sıralanabilir:
1 – Sayıca çok fazla oyuncu tarafından oynanan bir takım oyunu olması (11’er kişiden iki takım),
2 – Açık havada oynanan bir oyun olması,
3 – Çok sayıda taraftar tarafından aynı anda izlenip tezahüratla etkilenebilmesi (on binlerce kişi tarafından),
4 – Eskiçağlarda arenalarda yapılan savaş oyunlarına benzemesi. Sonuçta iki takım sahaya çıkıyor ve tıpkı iki ordunun düz ovada meydan muharebesi yapması gibi çarpışıyor. Savaştan farkı şu: Kan yerine ter akıtıyorlar.
İngilizlerin keşfettiği modern futbol bugün dünyanın en popüler sporudur. Bugün oynanacak Dünya Futbol Kupası Final Maçı’nı 3 Milyardan fazla insanın izlemesi bekleniyor.
19. Dünya Futbol Şampiyonası’nın final maçı bugün İspanya ve Hollanda arasında oynanıyor. Modern futbolun tarihi yüz yıldan daha eski olsa da dünya kupasının geçmişi sadece seksen yıllık. Bu güne kadar yapılan 18 şampiyonadan birincisi 1930’da Güney Amerika ülkelerinden Uruguay’da yapıldı. 18 Dünya Kupasının finalistleri, finalin tarihleri, yerleri ve şampiyonlar şu şekildedir:
1930 URUGUAY……. Uruguay: 4 – Arjantin: 2……………..Şampiyon Uruguay
1934 İTALYA……… ..İtalya: 2 – Çekoslovakya: 1……..…....Şampiyon İtalya
1938 FRANSA…….…. İtalya: 4 – Macaristan: 2……………...Şampiyon İtalya
1950 BREZİLYA……..Brezilya: 1 – Uruguay: 2………......…Şampiyon Uruguay
1954 İSVİÇRE……......Almanya: 3 – Macaristan: 2……….....Şampiyon Almanya
1958 İSVEÇ…………. İsveç: 2 – Brezilya: 5…………………Şampiyon Brezilya
1962 ŞİLİ……………….Brezilya: 3 – Çekoslovakya: 1….…..Şampiyon Brezilya
1966 İNGİLTERE………İngiltere: 4 – Almanya: 2…………..Şampiyon İngiltere
1970 MEKSİKA………...Brezilya: 4 – İtalya: 1……………... Şampiyon Brezilya
1974 ALMANYA……….Almanya: 2 – Hollanda: 1……….….Şampiyon Almanya
1978 ARJANTİN………..Arjantin: 3 – Hollanda: 1……….…..Şampiyon Arjantin
1982 İSPANYA…………İtalya: 3 – Almanya: 1……………....Şampiyon İtalya
1986 MEKSİKA………...Arjantin: 3 – Almanya: 2…………....Şampiyon Arjantin
1990 İTALYA…………..Almanya: 1 – Arjantin: 0……………..Şampiyon Almanya
1994 ABD……………….
Brezilya: 0 – İtalya:0 (Normal Süre ve Uzatma Süresi)
Brezilya: 3 – İtalya: 2 (Penaltılar)……………………………..Şampiyon Brezilya
1998 FRANSA…………..Fransa: 3 – Brezilya: 0……………..Şampiyon Fransa
2002 GÜNEY KORE VE JAPONYA…...................
Brezilya: 2 –Almanya:0……………………………..Şampiyon Brezilya
2006 ALMANYA………………..
İtalya: 1 – Fransa: 1 (Normal Süre ve Uzatma Süresi)
İtalya: 5 – Fransa: 3 (Penaltılar)………………………Şampiyon İtalya
Bugüne kadar yapılan 18 final maçının sonuçları böyle. Bu tabloyu değerlendirdiğimizde bazı sonuçlar elde ediyoruz: Toplam 7 takım bugüne kadar dünya şampiyonu olabilmiş. Bu yedi takımın 6’sı aynı zamanda kendi ülkelerinde düzenlenen turnuvalarda şampiyon olabilmişler. Kendi evinde şampiyon olamayan tek takım Brezilya. 1950’de kendi evindeki final maçında Uruguay’a 2 – 1 yenilir ve ikinci olur. O final maçı dünyanın en büyük stadı olan ve 206 Bin kişiyi içine alabilen “Maracarna Stadı”nda oynandı. Maç bittikten sonra tam 50 Bin kişi üzüntüsünden ertesi sabaha kadar stadı terk etmedi. Dünya Kupası’nı ilk defa organize eden ünlü Fransız hukukçu Jules Rimet (Jul Rime diye okunur) adıyla anılan ilk dünya kupası, 1970 yılına kadar şampiyon olan takımlara verildi. Kural gereği her şampiyon takım, şampiyon olduktan sonra aldığı bu kupayı bir sonraki turnuvada geri vermek zorundaydı. Bu kupayı sadece 3 defa şampiyon olan takım ebediyen müzesine götürebilirdi. Bunu başarabilen takım Brezilya olmuştur. 1958, 1962 ve 1970 şampiyonluklarıyla Jules Rimet Kupası’nı “ebediyen” kazanma hakkını elde eden Brezilya, bu sayede “şampiyonlar şampiyonu” ünvanına da sahip olmuştur. 1974’ten itibaren verilen kupanın resmi adı “FIFA DÜNYA KUPASI”dır. Jules Rimet Kupası için geçerli olan kural bu kupa için de geçerlidir. Buna göre eğer bugün finali İspanya ve Hollanda yerine İtalya, Brezilya, Arjantin, Almanya takımlarından herhangi ikisi oynasalardı, FIFA DÜNYA KUPASI bugün ebediyen bu takımlardan birinin müzesine gidecekti. Çünkü bu dört takımın hepsi, 1974 Dünya Kupası’ndan bu yana ikişer defa şampiyon oldular. Ne var ki İspanya ya da Hollanda bugün ilk defa şampiyon olacakları için 2014’te Brezilya’da düzenlenecek olan turnuvada da yine FIFA DÜNYA KUPASI finalde şampiyon olan takıma verilecek. Dikkat buyurun: 1974’te Alman Milli Takımı’nın kaptanı Franz Beckenbauer’in kaldırdığı kupa ile bugün şampiyon olacak takımın kaptanının kaldıracağı kupa aynı kupadır. 36 yıldır aynı kupa kaldırılıyor. 40.Yılda da aynı kupa kaldırılacak.
Finalleri incelemeye devam edersek şampiyon olan takımlar dışında dört takımın da final oynama becerisi gösterdiğini görürüz. Bu takımlar Çekoslovakya, Macaristan, İsveç ve Hollanda’dır. Bugün final maçına çıkacak olan İspanya finale çıkan beşinci takım oluyor. Şampiyon olursa sekizinci şampiyon olacak. Her ne kadar dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Brezilya’ya aşırı bir sempati duyulsa da, Brezilya dünyanın en büyük takımı gibi görülse de ben aynı kanıda değilim. Bana göre Alman futbolu Brezilya’ya göre çok daha istikrarlı. Ayrıca ilginç bir ayrıntı göze çarpıyor: Brezilya da, Almanya da yedişer defa final oynamışlar. Yani final maçları eşit. Ne var ki Brezilya 5 defa Almanya sadece 3 defa toplamda şampiyon olabilmişler. Ancak Almanya’nın istikrarı çok iyi. Fenerbahçe gibi son maçları kazanamasa da, örnek olarak son üç turnuvaya bakalım, 2002’de ikinci, 2006 ve 2010’da üçüncüler. 1982, 1986, ve 1990’da ardarada üç defa finale çıkmışlar. İlk ikisinde ikinci, sonuncusunda şampiyon olmuşlar. Almanya’nın dünya şampiyonlukları ve dereceleri dışında Avrupa Uluslar Kupası Şampiyonlukları ve dereceleri de var. Ayrıca Alman ekolü mücadeleci, hırslı, saldırgan, kazanmaya istekli bir oyun yapısına sahip bir ekol. Bu yönüyle Türk futbolunu da çok etkilemiş bir ekol. Brezilya ve İtalya futbolu ise savunma ağırlıklı. Sistemden ziyade bireysel yetenekler ön planda. Gol atmaktan çok yememek ön planda. Tabiri caizse “kabız” bir ekol. Açıkçası 2010’da Almanya’nın şampiyon olmasını isterdim.
Her spor organizasyonunda ilk üçe girenler anons edilirler. Altın, gümüş ve broz madalya alanlar. 1930’daki ilk turnuvada üçüncülük maçı yapılmadı. O turnuvayı saymazsak 2010’daki son turnuva dahil değişik zamanlarda, değişik sayılarda üçüncü olan takımlar da önemli işler yaptılar denilebilir. Şampiyon olan ve ikinci olan takımlar değişik zamanlarda üçüncü olmayı başardılar. Bu takımlar dışında üçüncü olan takımlar hangileri diye merak ediyorsanız eğer: 1954’te Avusturya, 1962’de Şili, 1966’da Portekiz, 1974’te Polonya, 1998’de Hırvatistan ve 2002’de Türkiye dünya üçüncülüğü elde ederek çok önemli bir başarı elde ettiler. Uzun lafın kısası, bugün oynanacak final dahil FIFA’ya 2010 yılı itibariyle kayıtlı 204 milli takım arasından 80 yılda sadece ve sadece 18 takım ilk üçe girmeyi başarmış. Bu 18 ülkeden biri de güzel ülkem Türkiye’dir.
Futbol ve Türkiye deyince akan sular duruyor. Türkiye Fransa’daki 1938 Dünya Kupası’na çağrılır ama gitmez. 1950’de eleme turlarında Suriye’yi eleyip elendiği Avusturya turnuvadan çekilince Brezilya’daki turnuvaya katılma hakkını elde eder. Ne var ki dönemin federasyonunun Brezilya gibi uzak bir ülkeye gidecek parası yoktur. Bu nedenle turnuvadan çekiliriz. 1954’te İsviçre’de düzenlenen turnuvaya eleme turunda bugün final oynayacak olan İspanya’yı üç maçlık bir serinin ardından eleyerek gideriz. İlk maç İspanya’da 4 -1 mağlubiyetimizle biter. İkinci maçı İstanbul’da 1- 0 kazanırız. Ne var ki o dönemde averaj sistemi yoktur. İki tarafta birer kez galip geldiği için tarafsız sahada, İtalya’nın başkenti Roma’da baraj maçına çıkarız. O maç da uzatmalar dahil 2 – 2 biter. Franko isimli bir İtalyan çocuğun çektiği kura ile İsviçre biletini Türkiye kapar, İspanya elenir. İspanyol futbolcular Franko’nun suratına tükürüp hırslarını alırlar. İsviçre’de toplam üç maç oynarız. İlk maçta o turnuvada şampiyon olacak Almanya ile oynarız ve maçı 4 – 1 kaybederiz. Bu maçta milli takımımızın tek golünü kaydeden Suat Mamat, dünya kupalarında Türkiye’nin ilk golünü atan futbolcu olarak tarihe geçer. Ardından Güney Kore ile oynarız ve maçı 7 – 0 gibi ezici bir sonuçla kazanırız. Kural gereği grubun seribaşı takımı Macaristan ile oynamayız. Çünkü İspanya’yı eleyerek geldiğimiz için biz de seribaşı olarak maçlarımızı yaparız. Ne var ki aramızda puan eşitliği olunca Almanya ile baraj maçına çıkarız. Bu maçı milli takımımız 7 – 2 gibi tarihi bir farkla kaybeder. Toplamda 10 gol atar, 11 gol yeriz. 1 galibiyet, 2 mağlubiyetle turnuvaya katılan 16 takım arasında 9.oluruz. Ay – yıldızlı bayrak ilk defa o turnuvada dalgalanır. Yeniden bir dünya kupasında dalgalanmasını görebilmek için tamı tamına 48 yıl bekleriz.
1954’te İsviçre’de düzenlenen Dünya Kupası’ndan 48 sene sonra 2002’de ilk kez dünya kupası iki ülkede birden düzenlenir. Milli takımımız bu turnuvada Brezilya, Kostarika ve Çin’in olduğu gruba düşer. Brezilya’ya 2 -1 yeniliriz. Golümüzü G.Saray’lı Hasan Şaş atar. Ardından Kostarika ile 1 – 1 berabere kalırız. Kolay yenebileceğimiz bir rakiple berabere kalmak bir an için umutlarımızı azaltsa da Çin’i 3 – 0 yenince ve brezilya’da Kostarika’yı 5 – 2 gibi farklı bir sonuçla yenince Türkiye, Kostarika’nın averajla önünde ikinci olur ve grup birincisi Brezilya ile birlikte ikinci tura çıkar. İkinci turda, diğer grubun birincisi ve turnuvanın iki ev sahibinden biri olan Japonya ile karşılaşırız. Ümit Davala’nın kafa golü ile maçı 1- 0 alırız. Çeyrek finalde karşımıza Fransa, İsveç ve Uruguay gibi takımların üzerine çıkmayı başarmış Afrika Kaplanı Senegal çıkar. Senegal bizi de zorlar. Maç uzatmaya gider. Uzatmada Beşiktaş’lı İlhan Mansız’ın “altın gol”üyle Senegal’i eler ve yarı finale çıkarız.
Burada altın golle ilgili bir parantez açmak istiyorum: Tarihte ilk defa altın golü bir Türk oyuncu atmıştır. 1992 Avrupa Gençler Şampiyonası finalinde Türkiye – Portekiz A Genç Milli Maçı’nın uzatmasının ilk yarısında Karagümrük’lü Tarkan’ın serbest vuruştan attığı gol, tarihin ilk altın golü olarak tarihe geçer. 1992 Avrupa Gençler Şampiyonluğu da cumhuriyet tarihinin takım sporlarındaki ilk şampiyonluğudur. Türk Milli Takımları ve kulüp takımları altın golle kaybetmemiş, hep kazanmışlardır. Bunda genetik özelliğimiz olan “işi zamanında yapmama, sıkışınca destan yazma (!)” alışkanlığımızın da payı olsa gerekir.
Yarı finalde tekrar Brezilya ile karşılaşırız. Maçı 1 – 0 kaybedince Brezilya finale çıkar. Bize de turnuvanın diğer ev sahibi, Portekiz, İtalya ve İspanya gibi takımların bileğini bükmüş olan Güney Kore ile üçüncülük – dördüncülük maçına çıkmak kalır. Ne var ki bu Güney Kore, 48 sene önce evire çevire 7 – 0 yendiğimiz Güney Kore değildir. Şimdiki Mili Takımlar Teknik Direktörümüz Guus Hiddink’in çalıştırdığı saat gibi işleyen bir takımdır. Yalnız maç başladığında önemli bir şey olur. Maçın başlama düdüğünden sadece 11 saniye sonra Hakan Şükür turnuvada attığı tek golü atar. Bir atar, pir atar. Bu gol Dünya Kupalarında atılan gelmiş geçmiş en erken goldür. Ardından bir tane yeriz. Üstüne ilk yarı bitmeden İlhan Mansız’la iki tane daha atarız. İkinci devrede onlar bir tane daha atar. Maç 3 – 2 galibiyetimizle sonuçlanır. 2002’deki turnuvada anamızın ak sütü gibi helal bir üçüncülükle memlekete boynumuza bronz madalya takarak, elimiz dolu döneriz.
“Güzide” Türk Spor Basını bu başarının mimarı, Milli Takımımızın o turnuvadaki teknik direktörü Şenol Güneş Hoca’yı övmek bir yana yerden yere vurdu. Neymiş efendim? O turnuvada şansımız yardım etmişmiş…Hiç Avrupa takımı ile oynamamışmışız…Şenol Güneş olmasa da üçüncü olurmuşmuşuz. Bunları buyuran futbol ulemamız şu noktaları atlıyor:
1 – Türkiye o turnuvada ev sahibi iki ülkeyle birden oynayan tek takım. On binlerce seyircisinin önünde her iki takımı da (Japonya’yı da, Güney Kore’yi de) yenmeyi başardı.
2 – Fransa gibi 1998 Dünya ve 2000 Avrupa Şampiyonu’nu ve İsveç gibi 2002 elemelerinde bizim olduğumuz grupta birinci olan bir takımı yenen Senegal’i uzatmada yenerek yarı finale çıktık.
3 - Bugün final oynayacak olan İspanya, bu turnuvada 6 maçta yedi gol attı. Biz ise 2002’de yedi maçta 10 gol atıp sadece 6 gol yedik. 4 galibiyet, 1 beraberlik, 2 de yenilgi aldık. Yenildiğimiz takım ise amiyane tabirle “koftiden” bir takım değildi. Turnuvada oynadığı 7 maçın 7’sini de kazanan, son yılların en iyi takımına sahip, “3 R”si ile (Ronaldinyo, Ronaldo ve Rivaldo ile) önüne geleni silip süpüren ve dünya şampiyonu olan Brezilya’ydı. Kimse Türk Milli Takımı’nın hocasını böyle bir Brezilya’ya neden elendin? diye suçlayamaz.
Türkiye, Şenol Hoca ayrıldıktan sonra 2006 ve 2010 dünya kupalarında bırakan derece almayı, bu turnuvalara katılmayı bile beceremedi. Şimdi Şenol Hoca’yı yerden yere vuran “ulema” spor basınımız, acaba Şenol Hoca’dan özür dileyecek mi? Her zaman söylediğimi burada da söylemek durumundayım: HER ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ OLSAYDI, BİLİME İHTİYAÇ KALMAZDI. Şeytan ayrıntıda gizlidir. Meşhur fıkradır: Adamın biri ölür. Cehenneme gider. Cehennemde her milletten cehennemlik olanların yandığı birer kazan vardır. Her kazanın başında da birer zebani, ellerindeki sopalarla can havliyle kazandan fırlayanları tekrar kazanın içine itmektedir. Cehenneme giden adamın gözüne birden bir kazan ilişir. Kazan diğer kazanlar gibi kaynamaktadır ama başında nöbetçi zebani yoktur. Yanındaki görevli meleğe sorar: “Niçin bu kazanın başında nöbetçi zebani yok?” Melek cevap verir: “Merak etme. O KAZANIN İÇİNDE TÜRKLER VAR. BİRİ YUKARI FIRLASA DİĞERİ ONU MUTLAKA PAÇASINDAN TUTUP AŞAĞIYA ÇEKER.” Bu yüzden Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz !!!
Son olarak futbolun milli birliğimize katkısına vurgu yapmak istiyorum: 2002’de Türkiye dünya üçüncüsü olduğunda Mardin ve Ş.Urfa’da insanlar sokaklara dökülüp tıpkı İstanbul’daki, İzmir’deki, Trabzon’daki, Bursa’daki, Konya’daki gibi bu başarıyı coşkuyla kutladı. Mardin Kızıltepe’li bir öğrenci arkadaşımın anlattığına göre havaya keleşlerle ateş açarak kutlama yapmışlar. Suriye’nin Kamışlı bölgesinde, Suriye ordusunda görevli Kürt asıllı bir asker, kullandığı tankı kışladan çıkartarak Türkiye’nin üçüncülüğünü kutlamak için tankla ateş eder. Kuzey Irak’ta Zaho kentinde bir bakkal dükkanının duvarında dünya üçüncüsü Türkiye’nin posteri asılır. Kulüp takımlarının başarılarından ziyade milli takımımızın başarılarının Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kutlanıyor olması çok ama çok sevindirici. Türkiye’nin bugün bölünüp bölünemeyeceğini şöyle basit bir denemeyle ortaya çıkarabiliriz: Türk Milli Takımı, Diyarbakır Atatürk Stadı’nda Almanya’yla 2012 Avrupa Şampiyonası grup eleme maçlarından birini oynasın. Stada sadece Diyarbakır’ın yerlisi futbolseverleri izleyici olarak alsınlar. EĞER STAD TÜRK BAYRAKLARI İLE DONATILIYORSA VE HALK CAN – I GÖNÜLDEN TÜRKİYE’Yİ DESTEKLİYORSA KORKMAYIN, BU ÜLKE BÖLÜNMEZ. YOK EĞER ALMANYA’YI DESTEKLERSE…O ZAMAN ÇOK KÖTÜ İŞTE…İŞİMİZ ÇOK ZOR. İNŞALLAH TÜRKİYE’Yİ DESTEKLERLER. Bu ülkede yaşayan insanlar kültür birliğine dayanan gönüllü birliktelik ile bir aradalar. KÜLTÜR BİRLİĞİ. Bir türlü anlatamadığım birlik. Ortak milli kültür. Bu ülkedeki 75 milyon insan Kemal Sunal’ın Kibar Feyzo filmine hala beraber gülebiliyorsa, Babam ve Oğlum filminde beraber ağlıyorsa, Zara’nın Türkçe, Berdan Mardini’nin Kürtçe, Kazım Koyuncu’nun Lazca şarkı ve türkülerinde beraber aynı duyguları paylaşıyorlarsa, Urfa’daki kına gecesinde bir Rumeli Türküsü olan “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” türküsü hala Türkçe olarak söylenebiliyorsa, Iğdır’daki Kürt, Azeri’nin oğlunun sünnetinde kirvelik yapıyorsa, Galatasaray’ın, Fenerbahçe’nin, Beşiktaş’ın, hepsinden önemlisi Türk Milli Takımının maçlarında gol atarken avazı çıktığı kadar beraber bağırabiliyor ve gol yediğinde beraber küfrediyorsa, hala kız alıp kız verebiliyorsa…İŞTE O ZAMAN KİMSE KORKMASIN…BU BAYRAK İNMEZ, BU VATAN BÖLÜNMEZ. DÜNYA KUPASI FİNALİNDE TÜRKİYE’NİN OYNAYACAĞI VE KUPAYI ALACAĞI GÜNLERDE BULUŞABİLMEK DİLEĞİYLE…İyi pazarlar.
Not: Final Maçı tahminim: Eğer İspanya maçta ilk golü atarsa şampiyon olur. Hollanda ilk golü atarsa bir şansı olabilir. Gönlüm Hollanda’nın kazanmasından yana, ne var ki terazi de İspanya ağır basıyor. Tahminim İspanya’nın tek farkla maçı alıp şampiyon olacağıdır. Hayırlısı olsun.