Tarihi filmlerin ve dizilerin revaçta olduğu, herkesin kıyısından köşesinden biraz tarih uzmanı kesildiği, dönem dizilerinden sonra Osmanlı tarihini konu alan dizi ve filmlerin yapıldığı bir dönemden geçiyoruz. Dünyada en saygın sinema ödülü olan Oscar ödülünün rekortmen filmlerinin tarihi filmler olduğunu göz önüne alırsak bu konuda “hammaddesi bol, mamul maddesi az” bir millet olarak konusu tarih olan filmlerin üretiminde ABD ve Avrupa ortalamasının çok altında kaldığımızı belirtmemiz gerekir. Şu aralar Türkiye’de gişe rekorları kıran Fetih 1453 filmi bu konudaki geri kalmışlığımızı gidermese de Türk tarih yazımında “çağ açıp çağ kapayan olay” olarak adlandırılan İstanbul’un Fethi gibi önemli bir olayı konu almasıyla önemli bir boşluğu doldurmuş oldu. 1914’te çekilen ilk Türk Filmi olan “Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı”ndan bu yana Türk Sineması’nda 6000’e yakın film çekildi. Ne var ki konusu Atatürk olan film sayısı sadece 1 (Bir), konusu İstanbul’un Fethi olan film sayısı sadece 2 (İki). İstanbul'un Fethini konu alan ilk sinema filmi bundan 61 yıl önce 1951’de çekildi. Aydın Arakon'un yönettiği ve senaryosunu yazdığı 1951 yapımı siyah-beyaz Türk filminde Fatih Sultan Mehmet'in Bizanslılara karşı savaşı, surları aşıp casusluk yapan iki yeniçeri askeri üzerinden anlatılmaktadır. [1] O günün teknolojisine göre filmin çok iyi çekildiğini söylemek abartılı olmaz sanırım.[2] Film, Türk sinemasının ilk yüksek bütçeli filmlerinden biridir. O dönemin filmleri yaklaşık 20 - 30 bin liralık bütçeyle çekilirken, bu film 95 bin liraya çekilmiştir.
Sanat eseri olarak çekilen bir filmi izleyenlerin şu hususa dikkat etmeleri gerekir: Sanat filmleri belgesel film değildir. Sanat ve ticaret maksadıyla çekilen bir filmden tarihi gerçekler tam ve net olarak öğrenilemez. Ne var ki bu tür filmlerin çok önemli bir işlevi vardır: Görselliği kullanarak insanlarda tarih merakı uyandırmak. İşte bu noktada tarihi bir film, tarihi bir kitaptan çok daha avantajlıdır. Çünkü göze hitap etmektedir.
Adına 7.Sanat denilen sinemanın Türk toplumu gibi okuma yazma alışkanlığı son derece düşük toplumlarda eğlendirme işlevi yanında eğitme ve öğretme gibi daha önemli görevi olduğunu düşünenlerdenim. Öğrenmenin değişik yöntemleri vardır:5 duyunun ne kadarı öğrenme sürecinin içine katılırsa insanoğlunun maruz kaldığı bilgiyi hafızasında tutabilme ihtimali o kadar artar. Bu beş duyu içinde öğrenmeyi en çok etkileyen duyu da gözdür. Çünkü insan beyni bilgiyi fotografik olarak algılar.Görsellik dünyanın en zengin öğrenme malzemesini bizlere katar. Ciltler dolusu kitabın anlatamadığını birkaç kare fotoğraf anlatabilir, kütüphaneler dolusu bilgiyi ise birkaç saatlik bir film izleyicisine aktarabilir. İnsan okuduğu bir kitapta ne olduğunu kolayca unutabilir ama izlediği bir filmi kolay kolay unutmaz. Bu bağlamda Fetih 1453 filmi sadece sanatsal tarafı değil, öğretici (didaktik) tarafı da başarılı bir yapıt olarak karşımıza çıkmaktadır.
Herhangi bir şey üretmek ya da beğenmediğimiz bir şeyin alternatifini göstermektense hata aramayı ve eleştirmeyi seven bir millet olduğumuz gerçeğini göz önünde bulundurarak şunu belirtmeliyim ki eğer ararsak filmde eleştirilecek noktalar buluruz. Zaten önemli olan bir şeye nasıl baktığınızdır. Arayan bin türlü güzellik de bulabilir, kıl, tüy, kılçık da bulabilir. Ne var ki filmin olumlu taraflarının olumsuz taraflarından fazla olduğunu vurgulamamız gerekir. Oyuncuların sergiledikleri oyunculuk, tarihi dekorların güzelliği, filmin sıradan bir vatandaşın rahatlıkla anlayabileceği bir kurguyla çekilmiş olması, konuşulan dilin sadeliği, savaş sahnelerinde kullanılan efektler, fethin heyecanını yansıtması, Fatih Sultan Mehmet’in kişiliğinde bir liderin özellikleri, müstehcenliğe fazla kaçılmadan kadın erkek ilişkileri çok güzel yansıtılmış. Eleştirilecek yanlar hiç mi yok? Elbette var. Fatih Sultan Mehmet’le Bizans İmparatoru Konstantin’in surların önünde, at sırtında buluşup konuşmaları Truva filmindeki Hektor’la Agamemnon’un konuşmasını, savaş sırasında olayları kendi gözünden kuşbakışı gösteren kartalın uçuşu da “İskender (Alexander)” filmini çağrıştırıyor. Acaba Akşemsettin rolünü oynayan oyuncu biraz daha o rolün ağırlığını taşıyabilecek oyuncular arasından seçilemez miydi? Savaşan tarafların askerlerinin üniforma renklerinin birbirlerine çok yakın renklerden seçilmelerinin de filmi izlerken dostu, düşmanı ayırt etmemizi zorlaştırdığını belirtmeden geçemeyeceğiz.
Tarihi filmler belgesel olmadıkları için tarihi olaylara birebir bağlı kalmak zorunda değillerdir. Filmlerde tarihi olayların arasına kurgusal olaylar ve kahramanlar serpiştirilebilir. Ne var ki filmin senaristleri ve yönetmenleri anlatılan tarihi olayın özünü sakatlayabilecek çarpıtmalardan uzak durmalılar. Eyüp Sultan Hazretleri’nin kabrinin Akşemsettin tarafından bulunması fetihten önce değil, sonradır. Şahi toplarını döktüren topçu ustabaşısı Urban topun ateşlenmesi sırasında meydana gelen patlamada yaralanmamış, ölmüştür. Varlığı tarihi olarak son derece tartışmalı Ulubatlı Hasan’ın Bizans’ın başkomutanı Jan Longos Jüstinyani’yi fetih günü olan 29 Mayıs 1453 Salı sabahı öldürdüğü de hiçbir tarihi kaynakta yer almaz. Jan Jüstinyani 29 Mayıs sabahı yaralanır. Şehri gemiyle terk eder. Aldığı yaraların etkisiyle yolda ölür. Mezarı Ege denizindeki Sakız Adasındadır. Keşke bu gerçeklere biraz daha uyulsaydı!
Ne olursa olsun tarihi filmlere meraklı bir tarih öğretmeni olarak filmi beğendiğimi söylemek ve izlemeyen herkese tavsiye etmek durumundayım. Titanic gibi bir yolcu gemisinin batışının 9 defa filme çekildiği göz önüne alınırsa 40 yılda da değil, 60 küsür yılda bir çekilen İstanbul’un Fethi konulu bu filme emeği geçen herkesi kutluyorum. Umarım bu film bundan sonra bu konuda çekilecek başka filmlere ilham kaynağı olur. Tarihi hammadde malzemesi bol olan ülkemizde başka tarihi konularda da filmler çekilmesi dileğimiz. Ne de olsa okumuyoruz, bari seyrederek meraklanalım, öğrenmenin kapısını aralayalım.