İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün gönlünde Atatürk’ün bile sağlığında başaramadığı bir işi başarmak, çok partili parlamenter sisteme kalıcı bir şekilde geçmek yatmaktaydı. Nitekim 1924 - 1925’teki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve 1930’daki Serbest Cumhuriyet Fırkası denmemeleri başarılı olamamış, bu partilerden Kazım Karabekir Paşa’nın kurduğu birincisi İstiklal Mahkemesi tarafından kapatılırken, Ali Fethi Okyar’ın başkanlık ettiği ikincisi 1930 Kasım’ında iktidardaki Cumhuriyet Halk Fırkası’nın sert eleştirileri karşısında kendi kendini feshetmek zorunda kalmıştır.[1] İsmet Paşa bu partilerin özellikle de Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapanmasına şiddetle karşı çıktı. Cumhurbaşkanlığı döneminde ise bu amacına hemen ulaşamadı çünkü 1939 – 1945 arasındaki İkinci Dünya Savaşı buna engel oldu.
Savaşta sıcak çatışmaya girmeyen Türkiye, ince diplomatik manevralarla ve ustaca kurgulanmış bir dış politikayla savaş dışında kalmasını bildi. Ne var ki savaş, genç cumhuriyeti ekonomik ve sosyal açıdan çok hırpaladı. 16 Milyonluk nüfusun içinde 2 Milyon’luk erkek nüfus 4 yıllığına (48 Aylığına) silah altına alındı. Büyük bir kısmı çiftçi olan bu nüfus üretici konumdan çıkıp tüketici konumuna düştü. Ülkede üretilen tahıl miktarı düştü. Olası kıtlığa çare olarak gıda maddeleri karneyle dağıtılmaya başlandı. Buna karşılık temel gıda maddelerinin (başta şeker ve ekmek olmak üzere) temininde büyük sıkıntılar çekildi. Stokçuluk ve karaborsacılık ülkede arttı ve savaş zenginleri türedi. Savaşın mali yükünü hafifletme için Başbakan Refik saydam döneminde Milli Koruma Kanunu, sonraki başbakan Mehmet Şükrü Saraçoğlu döneminde Varlık Vergisi Kanunu çıkartıldı. Bütün bunlara rağmen ekonomik sıkıntılar giderilemediği gibi Marmara Üniversitesi Öğretim Üyeleri’nden Prof.Dr. Vahdettin Engin’in tespitlerine göre başta tifüs, tifo vs. salgın hastalıklardan ve sınırlarımıza dayanan yabancı devletlerin askerleriyle kayıtlara pek geçmeyen çatışmalardan ötürü resmi rakamlara göre 22.663 (Yirmi İki Bin Altı Yüz Altmış Üç) Türk askeri silah altındayken şehit oldu. Bütün bunlar 1950 yılında CHP’nin DP (Demokrat Parti) karşısında aldığı seçim yenilgisinin başlıca nedenleridir. Türkiye savaştan sonra bugünkü Birleşmiş Milletler’in kuruluş esaslarının belirleneceği San Fransisko[2] Konferansı’na katılmak için 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti. Ne var ki bu sırada savaş bitmek üzeredir. Sıcak çatışmaya girmeyen Türkiye diplomatik kazanımlar elde etmek için ustaca bir manevra ile “dostlar alışverişte görsün” hesabı 90 + 4’te oyuna dahil olur ama ayağına top değmeden düdük çaldı ve 8 Mayıs 1945’te Almanya’nın teslim olmasıyla savaş bitti.
İsmet Paşa, 19 Mayıs 1945’teki bayram konuşmasında çok partili sisteme geçileceğinin işaretini verince Temmuz 1945’te dönemin ünlü işadamlarından Nuri Demirağ,[3] Milli Kalkınma Partisi’ni kurdu. Ne var ki bu parti halktan yeterli ilgiyi görmedi. Bu sırada TBMM’de toprak reformuyla ilgili sert tartışmalar yaşanır. Bu tartışmalar sonucunda Celal Bayar, Adanan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü CHP’den ayrılarak 7 Ocak 1946 günü Demokrat Parti’yi (DP’yi) resmen kurdular. Türkiye 21 Temmuz 1946 Pazar günü cumhuriyet tarihinin ilk tek dereceli ve çok partili seçimini yaşadı. “Açık oy gizli tasnif” esasına dayanan seçime hile karıştı. Kırsal kesimde jandarma zorla iktidar partisi CHP’ye oy istedi ve aldı. Sonuçta CHP, seçimleri DP’ye karşı açık farkla kazandı. 1946 seçimleri dürüst değildi. Buna karşılık yanlış bilinen bir noktanın düzeltilmesi gerekir. Bu seçimler dürüst yapılsaydı da DP’nin kazanma şansı yoktu çünkü erken seçim olduğu için DP çoğunluğu sağlayabilecek yeterli aday çıkartamamıştı. CHP ile DP arasında ipler gerilince cumhurbaşkanı İsmet İnönü devreye girdi ve tarihe 12 Temmuz Beyannamesi olarak giren meşhur beyannamesini yayınlayarak her iki partiye karşı da eşit mesafede durduğunu belirtti. Böylece yükselen tansiyon düştü. Değiştirilen seçim kanunu ile bugün de uygulanan “gizli oy, açık tasnif” uygulamasına geçildi. Bu şekilde yapılan 14 Mayıs 1950 seçimlerini DP kazandı ve 27 yıllık CHP iktidarı son buldu. Seçimleri kaybetmesine rağmen İsmet Paşa amacına ulaşmıştı. Çok partili sistemin temellerini başarıyla atarak, tarihte belki de hiç rastlanmayacak biçimde devleti kuran parti; iktidarını kansız, çatışmasız bir biçimde başka bir partiye devretti. İsmet Paşa’nın deyimiyle en büyük yenilgisi, en büyük zaferi oldu.
Burada bir yanlış bilgilendirmenin (dezenformasyonun) önüne geçmek için şu hususun bilinmesi gerekiyor: Türkiye 1945’te çok partili yaşama Batı blokuna girebilmek için, batılı ülkelerin dayatmasıyla girmedi. Çünkü Batı için o dönemde bir ülkenin demokrat olup olmaması değil, komünist olup olmaması daha önemliydi. Bu nedenledir ki faşist Fransko’nun İspanya’sı, Salazar’ın Portekiz’i ve Albaylar Cuntası’nın Yunanistan’ı batı blokunda yer alabilmişlerdir. Hatta bazı Amerikalılar “acaba Türkler çok partili rejime geçtiklerinde komünistler iktidara gelirler mi?” diye dönemin Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak’a sormadan edemediler.[4] Türkiye’nin çok partili hayata geçişi İsmet Paşa’nın dirayetiyle gerçekleşmiştir. Bu nedenle daha İkinci Dünya Savaşı devam ederken TBMM’de hükümeti eleştirmek üzere “müstakil grup” adından bir grup kurulmuştur.
10 yıllık DP iktidarının bilhassa son 6 yılı çok sancılı geçti. 1950, 1954 ve 1957 seçimlerinden DP zaferle ayrıldı. Ne var ki sanılanın aksine DP ve CHP oyları arasında 1954 seçimleri dışında bir uçurumdan bahsedilemez.
1950 Genel Seçimi
Seçmen Sayısı: 8.905.743
Kullanılan Oy: 8.051.650
Geçerli Oy Sayısı: 7.953.055
Katılma Oranı: % 89,3
DP
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 4.241.393 - % 52,7
Milletvekili Sayısı: 420
CHP
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 3.176.561 - % 39,4
Milletvekili Sayısı: 63
MP (Millet Partisi)
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 250.414 - % 3,1
Milletvekili Sayısı: 1
Bağımsızlar:
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 383.282 - % 4,8
Milletvekili Sayısı: 3
1954 Genel Seçimi
Seçmen Sayısı: 10.262.063
Kullanılan Oy: 9.095.617
Geçerli Oy Sayısı: 8.941.660
Katılma Oranı: % 88,6
DP
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 5.151.550 - % 57,6
Milletvekili Sayısı: 505
CHP
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 3.176.561 - % 35,4
Milletvekili Sayısı: 31
CMP (Cumhuriyetçi Millet Partisi)
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 434.085 - % 4,9
Milletvekili Sayısı: 5
TKP (Türkiye Köylü Partisi)
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 57.011 - % 0,6
Milletvekili Sayısı: -
Bağımsızlar:
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 137.318- % 1,5
Milletvekili Sayısı: 1
1957 Genel Seçimi
Seçmen Sayısı: 12.078.623
Kullanılan Oy: 9.250.949
Geçerli Oy Sayısı: 89.138.412
Katılma Oranı: % 76,6
DP
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 4,372,621 - % 47,9
Milletvekili Sayısı: 424
CHP
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 3.753.136 - % 41,0
Milletvekili Sayısı: 178
CMP (Cumhuriyetçi Millet Partisi)
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 652.064 - % 7,1
Milletvekili Sayısı: 4
HP (Hürriyet Partisi)
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 350.597 - % 3,9
Milletvekili Sayısı: 4
Bağımsızlar
Aldığı Oy ve Oy Oranı: 4.994 - % 0,1
Milletvekili Sayısı: -
<뎄Ŭ>
Oy oranları arasındaki farka oranla çıkarılan milletvekillikleri farkının çok daha büyük olmasının ardında seçim sisteminin azizliği yatmaktaydı. 1950’lerde seçimlerde uygulanan sistemin adı “Mutlak Çoğunluk Sistemi” idi. Bu sisteme göre bir seçim çevresinde (Örneğin İstanbul’da 1 Milyon seçmen varsa ve bu seçim çevresinden örneğin 50 milletvekili çıkacaksa 500 Bin 1 oy alan parti 50 milletvekilliğinin 50’sini birden alıyordu. 499 Bin 999 oy alan parti ise hiç milletvekili çıkaramıyordu. Bu sistem 1961 seçimlerinden itibaren “Milli Bakiye Sistemi” ile değiştirilerek seçimler temsilde adalet ilkesi sağlandı. Ne var ki 1950’lerde uygulanan mutlak çoğunluk sistemi DP’ye bir anlamda “çok partili rejim içinde tek parti gücü” sağlamış oldu. CHP’nin her türlü uyarısını DP “beni millet getirdi, mecliste çoğunluk bende, ben milletim, istediğimi yaparım” anlamında cevaplarken CHP “sen milletsen ben de devletim, devleti ben kurdum” mealinden yanıt veriyordu. Bu 1924 Anayasası’nda var olan “kuvvetler birliği” ilkesinin tabii bir sonucuydu. Yasama, yürütme ve yargı güçleri mecliste çoğunluğu elinde bulunduran partinin emrindeydi. Bu yüzden tek partinin fiili diktatörlüğü (hem CHP için hem de DP için söylüyorum) kaçınılmaz hale gelmekteydi. Bu sakıncayı ortadan kaldırmak için 1961 Anayasası “kuvvetler ayrılığı” ilkesini kabul ederek bir anlamda “kontrol – denge” sistemini kurmuş oldu.
Özellikle Demokrat Parti’nin 1957 seçimlerinde yaşadığı oy kaybı, DP yönetimini muhalefete ve basına karşı sert tedbirler almaya itti. İsmet Paşa’nın ve CHP’lilerin maruz kaldığı Uşak ve Topkapı olayları CHP ve DP’nin arasını iyice açtı. CHP'nin 1959 yılındaki XIV. kurultayında, ülkenin acilen ihtiyaç duyduğu bazı değişiklikler için çaba gösterilmesi kararlaştırıldı. "İlk Hedefler Beyannamesi" adıyla bir bildiri yayınlanır. Bildiri metnindeki başlıklar şu şekildedir:
1. Eşit Muamele,
2. İkinci Meclis,
3. Anayasa Mahkemesi,
4. Seçimlerde Nisbi Temsil Usulü,
5. Yüksek Hakimler Şurası'nın kurulması,
6. Memurlar Kanunu'nun düzenlenmesi,
7. Baskıdan uzak tutulan bir basın rejiminin kurulması,
8. Üniversite Muhtariyeti (Özerkliği),
9. Sosyal Güvenlik ve Sosyal Adalet esaslarının teminat altına alınması,
10.Yüksek İktisat Şurası'nın kurulması.
CHP’nin bu kurultayında kabul edilen ilkeler 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra kabul edilen 1961 Anayasası’nın omurgasını teşkil etmektedir.
1960 ilkbaharında patlak veren öğrenci olayları 27 Mayıs Askeri Müdahalesi’nin de fitilini ateşler. İktidarda bulunan DP 18 Nisan 1960 günü meşhur “Tahkikat Komisyonu”nu kuruldu. Bu komisyona TBMM’nin yetkileri kısmen de olsa fiilen devredilir. Komisyonun görevleri arasında basına sansür uygulama, parti faaliyetlerini (burada kastedilen ana muhalefet partisi CHP’dir) durdurma gibi yetkiler yer almaktaydı. İsmet Paşa, Tahkikat Komisyonu’nun kurulması üzerine TBMM’de meşhur konuşmasını yapar:
“Demokratik rejim, insan hakları yürütülüyor mu, yürütülmüyor mu? ...Eğer insan hakları yürütülmez, vatandaş hakları zorlanırsa, baskı rejimi kurulursa ihtilal behamahal olur...Biz böyle ihtilal içinde bulunamayız böyle bir ihtilal dışımızda, bizimle münasebeti olmayan tarafından yapılacaktır. Biz demokratik rejim dedik, demokratik rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden başka rejim haline götürmek tehlikelidir memleket için. BU YOLLA DEVAM EDERSENİZ SİZİ BENDE KURTARAMAM...Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır. Fakat ihtilal aslında bir millet hayatının asla arzu etmeyeceği, çetin ve tehlikeli bir ameliyattır. Bir çok memlekette görüyoruz. Çok iyi niyetle vatanperver hislerle, ihtilal yaparak idare kuranlar, kurdukları idarenin ertesi gününden itibaren, kabus içinde yaşarlar. Onlar muaffak oldukları ihtilali normal bir demokratik rejime devredebilmek için imkan bulamazlar. Bulabilenler tarihte nadir. Biz bulduk ama bunu bulamayan milletlerde çok zarar görürler. İhtilal niçin yapılır? Eğer ihtilal, vatandaş için başka çıkar yol yoktur, kanaati zihinlere ve bütün müesseselere yerleşirse meşhur bir hak olarak kullanılacaktır. Bundan ictinap (kaçınmak) kabil (mümkün) değildir.”
İsmet Paşa meclisteki bu konuşmasıyla 27 Mayıs ihtilali için yeşil ışık olmasa bile sarı ışık yakar. 27 Mayıs’tan sonra İsmet Paşa “27 Mayıs’ın ne içindeyiz, ne de dışındayız” diyerek bu durumu adeta tescil etmiş olur. 1950’de çok partili demokratik seçimle iktidarı devreden İsmet Paşa’dan 27 Mayıs arifesinde aynı demokratik olgunluk ne yazık ki görülemez.
İsmet Paşa ile ilgili son yazımızı gelecek hafta içinde yayınlayacağız.