Milletçe bir kurban bayramına daha eriştik. Ne var ki bu yılki bayramı vatanın birliği uğruna can veren şehitlerimiz ve 23 Ekim’de Van’daki acı depremde verdiğimiz 600’den fazla şehidimiz yüzünden buruk geçiriyoruz. Van depremi her ne kadar milletimize büyük keder yaşattıysa da deprem sonrasında milletçe gösterdiğimiz dayanışma acılı yüreklerimize su serpen bir teselli kaynağı oldu. Milletimizin içine nifak tohumları serpip birliğimizi ve beraberliğimizi bozmak için sözüm ona etnik milliyetçilik yapmak isteyen bazı zavallılara ve halkının derdine derman olmak için depremzedelere yardım etmeye çalışan kahraman mehmetçiklerimize saldırma cüretinde bulunan alçaklara rağmen, milletimiz bu kalleşçe tuzaktan birliğini güçlendirerek çıktı. Krizi milli birliği pekiştirmek adına bir fırsat olarak kullandı. Buruk geçen bayramımızın belki de en sevindirici tarafı budur. 23 Ekim’de yaşanan 7.2’lik Van depremi ister istemez milletimizin hafızasında kötü yer etmiş deprem hatıralarını yeniden canlandırdı. Cennet vatanımın şirin köşelerinden biri olan Hınıs’ta da hissedilen bu depremin Van, Erciş ve Bitlis dışında can kaybına yol açmaması tesellimiz oldu. Her deprem sonrası televizyonlarda boy gösteren deprem profesörleri ve uzmanları gelecekteki muhtemel depremler ve yol açabilecekleri felaketler üzerinde senaryolar yazıp görüş belirttiler.
İstanbul 1509’da yaşanan ve “Kıyamet – i Sugra” (Küçük Kıyamet) adı verilen depremde neredeyse tamamen yıkılır. Artçı şokların 10 gün sürdüğünü, dönemin padişahı 2.Beyazıt’ın Edirne’ye gitmek zorunda kaldığını, tarihi Galata Kulesi’nin etrafındaki sokaklardan balıkların toplandığını yani küçük çaplı bir tsunaminin (dev dalgaların) meydana geldiğini tarih kitapları yazar. Taş evlerden meydana gelen İstanbul o tarihten sonra ahşap evlerden yeniden inşa edilmiş, bu şekilde yıkımların şiddeti azaltılmak istenmiştir. Gerçekten sonraki depremlerde yıkımın az olduğu İstanbul bu sefer büyük yangınlar geçirir. 1766’da yaşanan bir diğer büyük depremde ise Fatih Camii yıkılır. İşin uzmanları yaklaşık 250 – 300 yıllık dönemlerde İstanbul’da şiddeti 7.0’dan büyük bir depremin yaşanacağını söylemektedirler. Sözün özü yaşı en fazla 40 olanların böyle bir İstanbul depremini ahir ömürlerinde görme ihtimalleri son derece yüksektir.
1894’te yaşadığı en şiddetli deprem sırasında İstanbul nüfusu 1 Milyon kişinin çok altındaydı ve şehir bugünkü tarzda çarpık bir yapılaşmaya henüz maruz kalmamıştı. 7.0’ın üzerinde İstanbul yakınlarında meydana gelecek muhtemel bir deprem için bugün yazılan senaryolar ise en hafif deyimiyle insanın “düşünmek bile istemeyeceği” türden. 50 Bin ile 100 Bin arası bir can kaybından ve 100 Milyar doların üzerinde maddi kayıptan bahsedilmekte. İstanbul’da yer alan birinci ve ikinci derece deprem bölgesindeki binaların pek çoğunun ya yıkılacağı ya da oturulamaz hale geleceği öngörülmekte. Hükümet, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat kendisinden oy kaybını göze alarak kaçak binaların yıkılacağı konusunda bir irade beyanında bulundu. Hükümetle, daha doğrusu onun icraatlarıyla arası hiç iyi olmayan biri olarak bu cesur çıkışı takdir etmemem mümkün değil. Ne var ki % 70’lik kısmı kaçak olan bir kentin hangi bölümlerini, hangi kıstaslarla yıkıp yeniden yapacaksınız? Bu işin maliyetinin ne kadarlık kısmını vatandaşa yükleyeceksiniz? Mevcut kat mülkiyeti kanununa göre 30 haneli bir binanın bir hanesi bile yıkıma muhalefet ederse, o bina yıkılamaz. Hukuki alt yapı nasıl oluşturulacak? Bir bina kaçak değilse bile, mevzuata uygun inşa edilmiş olsa bile 1998’den önce ikinci derece deprem bölgesinde yer alan İstanbul’un bugün birinci derecede deprem bölgesinde olmasından ötürü geçmişte mevzuata uygun yapılan binalar da tehlike altında değil mi? O binalar muhtemel bir depremde yıkılırsa ne olacak? …Soruları bu şekilde uzatmak mümkündür. Ben burada sadece eleştirmek değil, İstanbul’da 1.derece deprem bölgesinde yaşayan bir Türk vatandaşı olarak muhtemel İstanbul depreminin korkunç etkileri üzerinde görüşlerimi belirtmek ve muhtemel depremin etkilerini önlemek üzere önce durum tespiti yapmak, sonra ayakları yere basan bir çözüm önerisinde, “yapılabilecek bir çılgın proje” teklifinde bulunmak istiyorum.
16 Milyon binanın yer aldığı Türkiye’de bu binaların onda biri, yani yaklaşık 1 Milyon 600 Bini İstanbul’da yer alıyor. İstanbul’un ilçeleri ile birlikte nüfusu 15 Milyon civarında olup gündüz nüfusu daha fazladır. İstanbul, daha doğrusu Çorlu ve Gebze arasındaki kısım Yüzölçümü olarak Türkiye’nin yaklaşık %1’ini oluştursa da nüfus olarak % 20’sinden fazlasını, GSMH olarak da % 40’tan fazlasını oluşturuyor. Kısacası Ankara’yı Türkiye’nin kalbi olarak kabul edersek, İstanbul Türkiye’nin beynidir. Vücutta meydana gelen bir rahatsızlıkta kalp bir müddet dursa bile insan yaşayabilirken beyne alınacak bir hasar insanı öldürmese dahi felç bırakabilir. Şiddeti 7.0’ın üzerinde Türkiye’nin başka bir yerinde yaşanacak herhangi bir depremde İstanbul her zaman depremin olduğu bölgeye yardımcı olabilir ama İstanbul’da yaşanabilecek böyle bir depremde tüm Türkiye bir olsun, yine de İstanbul’a yardım edemez. İstanbul’daki yerel yönetimlerin 1999 Marmara depreminden sonra “tedbir alıyoruz” diye yaptıkları icraatların hemen hemen tamamı vatandaş enkaz altına girdikten sonra vatandaşı kurtarıp yaşatmaya dönük tedbirlerdir. Bu tedbirler arasında toplu mezar yeri ayarlamak da vardır (!). İşte tam noktada birbirimizi aldatmayı bırakmalı ve gerçekçi olmalıyız. Yaklaşık 50 Bin ile 100 Bin arasında can kaybının verileceğinin tahmin edildiği bir felakette yıkılacak bina sayısının 100 binin üzerinde olacağı tahmin ediliyor. Tabiri caizse kağıt helvaya dönecek bir binanın enkazından vatandaşların sağ çıkarılması için yapılacak çalışmalar samanlıktaki samanları toplu iğne ile kaldırıp samanlığın dışına yığmaya çalışmaya benzer. Van’da yıkılan 10 binanın enkazı depremin üzerinden iki hafta geçmiş olmasına rağmen hala duruyor. İstanbul’daki enkaz en az bir yıl orada kalır. Ayrıca 1 Milyondan fazla yaralının olacağı varsayılıyor. Türkiye’deki tüm hastanelerin toplam yatak sayısı 1 Milyondan çok daha azdır. Ülke bütünlüğümüzü tehdit altına alan PKK terörüne 27 yılda verdiğimiz 40 Bin kişilik kayıptan daha fazlasını 1 dakikadan daha kısa bir sürede vermekten bahsediyoruz. Türkiye bugün herhangi bir ülkeyle sıcak savaşa girse 50 Bin – 100 Bin kayıp vermez. Depremin maddi kaybının 100 Milyar dolardan fazla olacağı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş tarafından ifade edilmiştir. Olay tabi bir afetten de öte ulusal bir güvenlik sorunudur. Böyle bir felaket Türkiye’nin rejim sorunu ve beka sorunu yaşamasına yol açabilir. Hiçbir iktidarın bu işi tek başına çözmeye nefesi yetmez. Olay partiler üstü bir devlet sorunu olarak toplumun bütün kesimleri tarafından sahiplenilmelidir. Aksi takdirde bu krizin altından kimse çıkamaz.
Durumu tespit ettikten sonra düşündüğüm hal çaresini açıklamak istiyorum. Bence çözüm basittir: İLAHİ BİR DEPREMDEN ÖNCE FANİ BİR DEPREMİN İSTANBUL’U YIKMASI VE İSTANBUL’UN DEPREME DAYANIKLI BİR BİÇİMDE YENİDEN İNŞASI. Bunun başka yolu yok, birbirimizi kandırmayalım. İstanbul’da birinci ve ikinci derece deprem bölgesinde yer alan tarihi 100 yıldan eski binalar hariç bütün binaların kademe kademe 5 yıllık bir zaman dilimine yayılarak yıkılmaları ve yeniden yapılmaları tek kurtuluş yolumuzdur. Böyle bir çalışma sonucunda 800 Binden fazla binanın yıkılması ve yeniden yapılması gereklidir. Tabi burada akla hemen şu soru geliyor: Türkiye’nin ve Türk vatandaşlarının buna ayıracak parası var mı? Müteahhit değilim ama bir binanın kaba inşaatının yıkılarak en az 8.0 şiddetinde bir depreme dayanabilecek şekilde yeniden yapılabilmesi için yaklaşık 100 Bin dolarlık bir maliyet çıkartırsak ve bunu 800 Bin ile çarparsak ortaya 80 Milyar dolarlık bir maliyet çıkmaktadır. Ortaya artı, eksi 20 Milyar dolarlık bir farkın çıktığını ve bu farkın artı 20 Milyar dolar olduğunu düşünelim. Maliyet en fazla 100 Milyar dolar yapar. Dikkat edilirse bu rakam, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş’ın ortaya koydu rakama eşittir. Yani ilahi deprem olduktan sonra ödeyeceğimiz maliyeti fani bir deprem meydana getirdikten sonra şehri yeniden ve depreme dayanıklı bir şekilde inşa ederek de kullanabiliriz. Ne var ki ikinci yolu tercih ettiğimizde tek vatandaşımızı enkaz altına sokmadan, tek vatandaşımızın burnunu kanatmadan bu badireyi atlatabiliriz. Peki bu 100 Milyar dolar nereden bulunacak? Merak edenlere söyleyeyim: Sayın başbakanın seçimlerden önce İstanbul için vaat ettiği 2.Boğaz projesinin resmi maliyeti 10 Milyar Dolar olsa da işin uzmanları 50 Milyar doların üzerinde bir maliyet belirliyorlar. İhalesinin yapılaması beklenen 3.Köprünün maliyeti de çevre yollarıyla birlikte 5 Milyar doların üzerinde. Hükümetimiz İzmit Körfezi’ne de dünyanın en büyük köprülerinden biri inşa etmeyi tasarlıyor. İstanbul yeni bir boğazı, yeni bir köprüsü olmadan da var olmaya devam edebilir ama depreme karşı binalarını hazırlamazsa var olamaz. Ayrıca bir iktisatçı olarak önerdiğim projenin olumlu dışsallıklarından da (etkilerinden de) bahsetmem gerekiyor. Bir üretim alanında üretim hacmi artarsa birim başına düşen maliyet azalır. Basit bir hesapla bir binanın yıkım ve yeniden yapımı, atıyorum, 10 liraysa, iki binanın yıkımı ve yeniden yapımı 20 lira değil daha az bir rakam, örneğin 18 lira olur. 3 tanede maliyet daha da azalır. Üretim hacmi ne kadar artarsa maliyet o kadar düşer. Dolayısıyla bu projede maliyet hesabı tek tek toplama şeklinde yapılmaz. Düz pazarcı mantığıyla toptan işte indirim olması gibi bir durum burada da söz konusudur. Ayrıca böyle bir proje ekonominin lokomotif sektörü olan inşaat sektörünü de anormal bir biçimde canlandırır. Kendisinden başka irili ufaklı en az 600 alt sektörü tetikleyebilen ve fazla nitelikli işgücü gerektirmeyen bir sektör olan inşaat sektörünün beş yıllık bir zaman diliminde ülkemizdeki nitelikli ve niteliksiz işsizlere iş imkanı sağlayarak işsizliği de azaltabileceğini, modern bir şekilde yeniden tasarlanmış ve inşa edilmiş modern bir İstanbul’un dış yatırımcılar için bile cazip bir merkez haline gelebileceğini gözden uzak tutmamak gerekir. Yeni İstanbul’un rantının paylaşımında da yeniden inşa etmenin maliyetlerini azaltıcı önlemler alınabilir. Örneğin 6 katlı binalar 8 – 9 katlı olarak yeniden inşa edilebilir. Zaten iktidarın seçim vaatlerinden biri, biri Avrupa ve biri de Asya yakasında olmak üzere iki yeni şehir kurmak değil miydi? İşte size yepyeni bir şehir… Üstelik Belgrat Ormanları gibi İstanbul’un akciğerleri olan yerlere zarar vermeden yapıyorsunuz.
Alternatif olarak ortaya koyduğum bu ya da buna benzer bir proje hayata geçmeyip, kör göze sürme çekme kabilinden tedbirlerle ilahi depremi beklersek alternatif maliyet olarak bu parayı zaten ödemek durumunda kalacağız. İlave olarak 50 Bin ile 100 Bin arası ceset torbasına ve o kadar kişilik toplu mezar yerine ihtiyacımız olacak. Sayın Necat Atalay Beyefendi’nin güzel yazılarından birinde belirttikleri gibi 1966 Varto depreminde Hınıs’ta yıkılan binaların yerine yapılan deprem binalarını devlet 40 küsür yıl sonra teslim edebilmişti. Hınıslılar deprem acısını çok iyi bilirler. İstanbul için uygulanacak böyle bir proje daha sonra Kuzey ve Doğu Anadolu Fay Hatları yakınlarındaki bölgelere de zaman içinde uygulanabilir. Öncelik İstanbul’a aittir. Çünkü İstanbul Türkiye’nin kalanına yardım edebilirken Türkiye’nin kalanı İstanbul’a yardım edemez. İstanbul’da Hınıs’ta oturandan daha çok Hınıslının, Sivas’ta oturandan çok Sivaslının, Trabzon’da oturandan çok Trabzonlunun, Kastanonu’da oturandan fazla Kastamonulunun oturduğunu da unutmayalım. İstanbul, küçük Türkiye’dir. İstanbul başlı başına devlettir. Çözüm nettir. Fani bir deprem sonucu krizden doğacak bir fırsatla İstanbul’u kurtarmak, bu arada işsizliğe çözüm bulup milli geliri arttırmak.
Başta depreme ve teröre verdiğimiz şehitlerin yakınları olmak üzere Hınıslıların ve tüm Türk – İslam aleminin kutsal kurban bayramını kutlar, deprem ve terör şehitlerimize rahmet, güzel ülkemizin tabi ve fani felaketlerden uzak kalmasını Yüce Allah’tan dilerim.