Türk Milli Futbol Takımı 2012 Dünya Kupası Play – Off rövanş maçında deplasmanda Hırvatistan ile 0 – 0 berabere kaldı ve Milli takımımızın Hocası Sayın Guus Hiddink’in ifadeleriyle “gerçekçi bir durumla” karşılaşıp elendi. Sayın hocamız İstanbul’daki 3 – 0 yenildiğimiz ilk maçta ve Almanya ile yaptığımız grup maçlarında Almanya’nın ve Hırvatistan’ın “Türkiye’den daha kaliteli takımlar olduklarını” vurgulamış ve gerçekçi olmak gerekirse Türkiye’nin sürpriz yapmazsa EURO 2012 Finallerine katılamayacağını belirtmişler, bununla da yetinmeyip oyuncularını dolaylı ifadelerle televizyon ekranlarında suçlamışlardı. Sonunda “haddimizi bilerek” oynadığımız maçlar sonucunda “gerçekçi” davrandık, teslim olduk ve elendik. Hırvatistan ile 5 gün içinde yaptığımız iki maç sadece futbolla ilgili değil liderlik, hayal kurmak ya da haddini bilmek kavramlarının algılanışıyla ilgili pek çok dersi bünyesinde barındırıyor.
Futbolun sadece futbol olmadığı, insanların futbolla yatıp futbolla kalktığı, milli maçların milli duygularımızı kabartıp milletçe birlik ve beraberliğimizi perçinlediği bir toplumda yaşıyoruz. Bizim gibi toplumlarda duygular çoğu zaman mantığın önüne geçer. Uluslararası alanlarda yapılan her türlü faaliyette başarılı olmayı gurur meselesi yaparız. Milli bir maçta atılan bir gol bizi çılgınca sevince boğabilir. 40 yıllık küslükleri, moral bozukluklarını bizlere unutturabilir. Eğer bugün oynayacağımız maçı bundan 10 – 15 yıl önce oynuyor olsaydık, bugünkü duygularımızdan çok farklı bir ruh hali içinde olurduk. Başarma ihtimalinin heyecanıyla daha da kenetlenirdik. Ne yazık ki bugün o ruh halinden eser yok.
11 Kasım 2011 Cuma gecesi İstanbul’da yapılan ilk maçı 3 – 0 kaybettik. O maçtan sonra milletçe kahrolduk. Ne var ki bu kahroluşumuzun nedeni maçı kendi sahamızda farklı kaybetmemiz değildi. Spor karşılaşmalarında her zaman kazanacağız diye bir kural yoktur. Bir takım galip de gelebilir, yenile de bilir. Milletçe hepimizi kahreden nokta maçın 2.yarısında ilk golü yedikten sonra maçı bırakmamızdı. O ilk golden sonra maçın sonuna kadar milli takımımızın kaleyi bulan tek bir şutu bile yoktu.
Çok kaliteli bir yemek yapmak istediğinizi düşünün. En iyi malzemeleri aldığınızı, en iyi mutfak araç – gereçlerini temin ettiğinizi düşünün. Eğer o malzemeler ve araç – gereçler usta bir el tarafından kullanılmazsa ortaya güzel bir yemek çıkamaz. Kullandığınız arabanın kalitesi kadar o arabayı kullananın arabayı nasıl kullandığı da önemlidir. Güçlü bir orduyu zaferden zafere koşturan yine o orduyu yöneten komutandır. Kötü bir ordu iyi bir komutanın elinde zafer kazanabilecek hale gelebilirken iyi bir orduya kötü bir komutan zafer kazandıramaz. Sonuç olarak başarı için gereken bütün şartlar dönüp dolaşıp “lider” de düğümleniyor.
Lider ve yönetici kavramları güzel Türkçemizde farklı anlamlar ifade etseler de sıradan vatandaşlar tarafından hep karıştırılırlar. İki kelime arasındaki farkı kısaca şu şekilde ifade edebiliriz: Yönetici kendisine verilen “işi doğru yapan” kişidir. Lider ise “doğru işi yapan” kişidir. Eğitimle, çalışmayla, deneyimle iyi bir yönetici olunabilir. Ne var ki lider olmak için bu saydığımız unsurlar gerekli iken yeterli değildir. Liderlik biraz da kişinin yapısıyla, kültürüyle, mayasıyla ilgili bir kavramdır. Lider herkes paniğe kapılırken kendisi paniğe kapılmayan, herkes bir noktaya takılmışken kendisi resmin bütününü gören, herkes bugünü düşünürken kendisi hem bugünü hem de yarını düşünen, herkes “başarı benim” derken kendisi “başarı hepimizin” diyen, herkes başarısızlık anında “sorumluluk benim değil” diye kaçarken kendisi “tüm sorumluluk benim” diyebilen, herkes “haddimizi bilelim, gerçekçi olalım, elimizdekiyle yetinip onu koruyalım” diye düşünürken kendisi “haddimizi aşalım, hayal kuralım, elimizdekini arttırmaya bakalım” diyen, herkes başarısızlık anında adam harcamaya kalkarken kendisi “ekibimi koruyorum, onlara laf söyletmem, kendimi hedef tahtasına koyarım” diyebilen kişidir.
Dünyanın bir zamanlar en zengin adamı, bugün ise ikinci ya da üçüncü adamı olan Microsoft’un kurucusu Bill Gates’e sormuşlar: “Hayatta her hayalinizi gerçekleştirebildiniz mi?” Kendisi ortaokul mezunu olan ve bugün dünyada kullanılan hemen hemen bütün bilgisayarların yazılımı olan Windows’u bulan Bill Gates bu soruya şöyle yanıt verir: “Hayatta her hayalimi gerçekleştiremedim ama NE GERÇEKLEŞTİRDİYSEM HEP HAYAL EDERKEK GERÇEKLEŞTİRDİM.”
Eğer bir takımı sevk ve idare etmekten sorumlu bir kişi “gerçekçi olalım, biz rakibimizden zayıfız, bu maçı kazansaydık sürpriz olurdu” anlamına gelecek sözleri televizyon ekranlarında söylerse ve kendi oyuncularını da televizyon ekranlarında suçlayıcı tavır içine girerse, bizim de milletçe başta Türkiye Futbol Federasyon olmak üzere “gerçekçi” davranıp milli takımımızın ufkunu açamayan, yılın sadece 30 günü Türkiye’ye uğrayıp Türk Milli takımı ile ilgilenmeye çalışan değerli hocamızla yollarımızı ayırmamız gerekir. Türk Milli Takımı’nın başına bu milletin değerleriyle hemhal olmuş, futbolcusu ile aynı dili konuşan, futbolcusuna heyecan aşılayabilen ve onu yeni hedeflere sürükleyebilen yerli bir hocanın geçirilmesi gereklidir. IQ kadar EQ’nun da, yani duygusal zekanın da başarı da önemli ve gerekli olduğunu unutmamamız gerekir. Guus Hiddink’in uluslararası arenadaki başarılarına saygımız sonsuz ancak bazen kan uyuşmazlığı diye bir durum ortaya çıkabiliyor. Unutmayalım: Benzin deposuna dünyanın en kaliteli mazotunu da koysanız, o araba yürümez. Milli takımımız maç da kaybedebilir ancak bu milletin değer verdiği, milyonlarca gencin giymek için can attığı milli formaları sırtlarına giyen futbolcu kardeşlerimizin sahanın içinde koşmamaları, adeta yürümeleri, maç bitse de gitsek tavrına girmeleri kabul edilemez. Bu davranışları onların kötü futbolcu olduklarını değil, yaptıkları işe yoğunlaşamadıklarını gösterir. Bu yoğunlaşmayı sağlayamayan hocanın da yapacağı iş emekli ikramiyesini alıp istifa etmektir. Unutmayalım: Başarı da, başarısızlık da en baştaki kişiye aittir. Büyük Atatürk’ün dediği gibi “ordu yenilmez, yenilen komutandır”.
Çocukluğumda 8 – 0’lık maçları, “şerefli mağlubiyetlere” prim verildiği günleri hatırlarım. Ne var ki 1993’ten sonra Türk Milli Takımı’nın başına Fatih Terim’in geçmesiyle “haddimizi aşarak” 5.torbadan girdiğimiz EURO 96 Elemelerinde finallere kaldığımızı ve 2002 Dünya Kupası’nda Şenol Güneş Hoca yönetimindeki Milli Takımımızın Guus Hiddink yönetimindeki G.Kore’yi evinde 3 – 2 yenerek dünya üçüncüsü olduğumuz günleri de hatırlıyorum. Daha büyük başarılar bu milletin hakkıdır.
Lider kişi haddi aşar, bir hayal kurar, o hayale çevresindekileri inandırır ve o hayale doğru emri altındakileri sevk ve idare eder. Haddimizi bilmek ayrı şey, ölçümüzü bilmek ve doğru kullanmak ayrı şeydir. Hayalimiz yoksa başarma şansımız zaten olamaz. Hayal kurarsak en azından bir şansımız olur. Bu sadece futbol da değil hayatın her alanında böyledir. Haddini bilen kişi son noktada kuyruğunu kıstırıp olduğu yerde sayan kişidir. Gerektiğinde risk almayan, hayatta sadece havasını alır. Galatasaray sadece 4 yerli oyuncuyla ve kalanı isimsiz Türk oyuncularla ve başında “hayal kurabilen” yerli hocasıyla “haddini aşmasaydı” 2000 yılında UEFA Kupası’nı alamazdı. Aynı Galatasaray’ın müzesinde Süper Kupa bulunamazdı. Yerli bir hocanın yönettiği Milli takımımız dünya üçüncülüğü madalyasına sahip olamazdı. Her işte ön şart başarıya imandır. Unutmayalım: Arabaya gaz vermezsek araba yürümez. Artık kendi insanımıza futbolda ve her alanda güvenelim. Bu ülkenin insanının ruhunu yine bu ülkenin insanı tanır