Sayın başbakan iki aydan fazla bir süredir Ankara’nın göbeğinde eylem yapan tekel işçilerinin mevcut devlet memurluğu haklarını kaybedip
Türkiye’de Mart 2009 verilerine göre kamuda istihdam edilen personel sayısı, bir başka ifadeyle devlet memuru sayısı 1 Milyon 846 Bin 858 kişidir. Kasım 2001 itibariyle bu rakam 2 Milyon 625 Bin idi. Bu rakam yıldan yıla değişiklik gösterse de hiçbir zaman 2001 yılındaki rakamın üzerine çıkmamıştır. Yine 2000 yılı verileri esas alındığında toplam memur sayısı nüfusa oranlandığında Türkiye’de devlet memuru sayısının sanıldığının aksine fazla değil az olduğu göze çarpmaktadır. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) verileri, Türkiye’deki memur sayısının nüfusla kıyaslandığında diğer ülkelere göre fazla olmadığını ortaya koyuyor. ABD’de her 13 kişiden, Almanya’da her 19 kişiden, Kanada’da her 12 kişiden, Türkiye’de ise her 30 kişiden biri memurdur.
Özelleştime denilen olgu, devlet tarafından işletilmekte olan bir iktisadi teşekkülün özel sektöre satılarak işletmenin özel sektör tarafından üstlenilmesi anlamına gelir. Özelleştirme iktisat biliminde devletin kamuya ait bir malı para kazanmak için “babalar gibi satması” şeklinde yapılmaz. Özelleştirmenin temel mantığı işletmenin verimliliğini arttırmak, işletmeyi kâr eden bir kuruluş haline getirmektir. Özelleştirme dünyanın her yerinde yapılır ama devletler kâr eden ticari ve iktisadi kuruluşlarını bütçe açıklarını kapatmak için, “yabancı sermayenin ayağı alışsın” diye özelleştirmezler. Özelleştirme Almanya’da ve ABD’de de yapılmaktadır. Ne var ki oralarda yapılan özelleştirmelerde özelleştirme sonucu kuruluşu alan özel sektör şirketine işçi çıkarmama ve işletmeyi amacı dışında kullanmama gibi şartlar getirilmektedir. Bizde yapılan özelleştirmeler ise para kazanma amaçlıdır. Özelleştirilen devlet kuruluşlarının çoğu sırf arsalarının yüksek değerleri için alınmakta, işçiler kapının önüne konmaktadır. Doğu Anadolu’da özelleştirilen yem fabrikalarının ve hayvancılık tesislerinin çoğu bu şekilde özelleştirilmiştir. Bu tesislerin kapanması yüzünden Türkiye’de hayvancılık bitme noktasına gelmiş, Türkiye dışarıdan et ithal eder hale gelmiştir.
TEKEL’in 200 küsür milyon dolara özelleştirilip, özelleştirmede alan firma tarafından bir başka firmaya 900 Milyon dolarla satılması ayrı bir skandaldır. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını gerçek anlamda yabancıya peşkeş çekenler, Tekel’in satışını bu şekilde gerçekleştirenlerdir. TEKEL, aynen Telekom ve TÜPRAŞ’ta olduğu gibi Türkiye’nin zarar eden değil kâr eden iktisadi devlet teşekkülleri arasında yer almaktaydı. Bugün altın yumurtlayan tavuk olan Milli Piyango İdaresi de özelleştirme programı kapsamındadır. Sabah Gazetesi ve ATV’nin Çalık Holding’e satışı (daha doğrusu devri) sırasında devlet bankalarından kullandırılan 700 Milyon dolarlık kredi de tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan paradan toplanan vergilerle kullandırılmadı mı?
İktisatta özel sektörün amacı kâr elde etmektir. Bu sebepten dolayı kimse özel sektöre kızamaz, özel sektörü kınayamaz. Ne var ki devletler şirket değildir. Türkiye Cumhuriyeti devleti anayasamızın değiştirilemez 2.Maddesi’ne göre “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti”dir. Burada konumuzla ilgili olan özellik “sosyal devlet olma” özelliğidir ki 24 Ocak 1980’den beri uygulanan kuralsız serbest piyasa ekonomisi ile bu özellik fiilen yok olmuştur. Bir devletin çalışanına 750 TL maaş verip (o da her ay değil 10 ya da 11 ay) çalışanından ailesini geçindirmesini beklemesi komediden de öte vatandaşıyla dalga geçmesi demektir. 750 TL, şimdiki iktidarımızı seven zenginlerimiz için lüks bir lokantada toplu halde yenen bir öğün yemeğin hesabıdır. Günümüzde devlet memur sayısını daha da azaltıp sözleşmeli personel sayısını arttırmayı amaçlamaktadır. Sayın başbakana göre devletin TEKEL işçisinin geçmişte kazandığı 2 Bin TL’yi ödeyecek parası yoktur. Peki gerçek durum bu mu? Gerçekten bu devletin şimdiki kaynaklarıyla Türkiye’de dört kişiden oluşan her aileye her ay 2 Bin TL verecek parası yok mu? Gelin bunun hesabını beraber yapalım:
2006 yılı verilerine göre Türkiye’nin toplam GSMH’si 575 Milyar Dolardır. 2009 itibariyle bu para 600 Milyar Dolara yaklaşmıştır. GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla), devletin sınırları içinde oturan vatandaşların bir yıl içinde ürettikleri nihai mal ve hizmetlerin cari yıl fiyatları ile toplamını ifade eder. Kısaca bir yılda insanların kazandıkları paranın toplamıdır. Şimdi hesabımızı yapalım:
2090 rakamlarına göre Türkiye nüfusu yaklaşık 72 Milyon’dur. Ortalama 4 kişilik bir Türk ailesinin ayda 2 Bin TL ile iyi, kötü geçinebileceğini varsayalım (En azından bu paraya kimse kırmızı ışıkta mendil satmaz, araba camı silmez). Bu para yılda 24 Bin TL eder. Hadi Bin TL de biz ilave delim. Yuvarlak 25 Bin TL olsun. 72 Milyon’luk nüfusu 4’e bölersek Türkiye’de 18 Milyon aile var demektir. 18 Milyon ile 25 Bin TL’yi çarparsak Türkiye’deki bütün ailelerin yılda toplam 450 Milyar TL’ye ihtiyacı olduğu ortaya çıkar. Bu parayı yaklaşık
1 $ = 1,45 TL’lik kur üzerinden dolara çevirirsek yaklaşık 310 Milyar Dolarlık bir hesap ortaya çıkar. Türkiye’nin toplam GSMH’sinin 2006’dan bu yana hiç artmadığını düşünsek bile 575 Milyar – 310 Milyar = 265 Milyar Dolar da üzerine para kalır. Uzun lafın kısası Türkiye’de bir yılda üretilen para da, ihtiyaç duyulan para da, artan para da ortadayken bu devletin nasıl parası olmuyor? Yanıt aslında basit: Türkiye’de azınlıkta bulunan bir grup rantiyeci sülük, bu milletin canıyla, kanıyla ürettiği geliri, parayı emiyor. Nasıl mı? Basit bir örnek: Türkiye yılda 50 Milyar dolar sadece ve sadece iç borç faizine ödüyor. Bu haftada yaklaşık 1 Milyar Dolar demek. 3 haftada ise 3 Milyar dolar. Bilmeyenler için söyleyeyim: İstanbul’a yapılması planlanan 3.Boğaziçi köprüsünün çevreyolları dahil Türkiye’ye maliyeti 3 Milyar dolardır. Cumhuriyet tarihi boyunca yaptığımız köprü sayısı kaç? Sadece ve sadece iki. Türkiye’deki yerli ve yabancı rantiye, tüyü bitmemiş yetimin hakkını bu şekilde yerken başbakan ne yapıyor? Gücü TEKEL işçisine mi yetiyor. Bu soruları yanıtlamak gerekir. Devlet işçisini, vatandaşını sokağa atmaz, atamaz. Atatürk’ün az bilinen bir sözünü burada tekrarlamak gerekir: Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir. Herkesin asgari ve yeterli bir geçim standardına sahip olduğu ve başta tüyü bitmemiş yetimin hakkı olmak üzere kimsenin hakkının yenmediği mutlu bir Türkiye’de yaşamak ümidiyle…