Bir ramazan ayını da milletçe geride bıraktık. Dini ve insani duyguların kabardığı, paylaşma ve sabır gibi meziyetlerin ön plana çıktığı bu kutlu ayda insanlarımız zamanlarının önemli bir bölümünü ibadetle ve bu dünyadan ziyade öteki dünyayı ilgilendiren faaliyetlerle geçirirler. Dünyevi işlere ilgi, çalışma temposu genellikle azalır.
Ülkemizde genellikle dindar olmanın ya da dine olan ilginin yükselmesinin, ibadetlere yoğunlaşmanın dünyevi (seküler) faaliyetlere daha az yoğunlaşmayı gerektirdiği şeklinde yanlış, sakat bir inanç vardır. Örneğin, hacca giden bir kişi artık günahlarından tamamen arındığını varsayarak bir daha günah işlememek için dünyevi işlerden elini, eteğini çekmek ister. Bu mümin vatandaşımıza göre artık bu dünyaya değil, öteki dünyaya yatırım yapmak gerekmektedir.
Karl Marx, din kavramı için “egemen güçlerin geniş halk kitlelerini uyuşturmak için kullandıkları bir tür afyon” tanımlamasını yapar. Bu dünyadan umudunu kesen insanlar öteki dünyaya yatırım yaparak mutlu olmaya çalışırlar. İslam dininin diğer dinlerden farklı özellikleri arasında dünya – ahiret dengesini kurması, uyuşturucu değil uyarıcı olması, kendisine inananlara miskinlik değil dinamizm vermesi, inancın akıl yoluyla sınandıktan sonra kabul edilmesi gerekliliği bulunmaktadır. İnsanın dinini yaşaması ve ibadetlerini yapması akıl, izan ve insaf ölçüleri dışında olamaz, ibadet günlük faaliyetlerin durdurulmasının bir gerekçesi olamaz. Bu bakımdan insanlar ramazanda da, ramazan dışında olduğu gibi, günlük faaliyetlerini sürdürmek durumundadır. Sıradan insanlar ve toplumsal kurumlar için bu böyleyken, dini kurallar yerine akıl ve bilim ilkeleriyle yönetilen “laik” esaslara dayalı devletlerde devleti yönetirken dini kurallar, uygulamalar referans (hareket noktası) olarak alınamaz. Devleti yöneten siyasetçiler dine göre hareket edemez, devlet ramazan dolayısıyla yapması gereken faaliyetleri askıya alamaz. DEVLETTE DEVAMLILIK ESASTIR, TATİL YOKTUR. DEVLET KURUMLARI, ÖZELLİKLE DE CAN VE MAL EMNİYETİ İLE İLGİLİ OLANLAR, 24 SAAT ESASINA GÖRE ÇALIŞIRLAR. Yani bir siyasetçi “Ramazan dolayısıyla sabrediyoruz, ramazanda sonra terörle mücadeleye devam edeceğiz” diyemez, bayramdan sonra “Ramazan dolayısıyla kaplıydık! Nerede kalmıştık?” denerek devlet yönetilemez. Sayın köşe arkadaşım Sebahattin Kızıltaş Beyefendi’nin laiklikle ilgili yazısından esinlenerek aynı konuda yazacağım yazının içeriğini saklı tutarak burada sadece Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 24.Maddesinin son fıkrasına atıfta bulunacağım. Mealen bu fıkra şöyle der: “Devlet yönetiminin esasları kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamaz”. Dolayısıyla dini gerekçelerle devlet hareket edemez, kendini bağlamaz. Kaldıki dini - imanı tanımayan Marksist - Leninist esaslara göre hareket eden, namazla dalga geçen, imamları şehit eden, ezanı Kürtçe okutmaya başlayan, bin yıldan fazla aynı camilerde secdeye kapanan halkın camilerini ayıran, “bir canlıyı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir” diye buyuran bir dinin buyruğuna karşı kadın ve çocukları katletmekten çekinmeyen katil bir örgüte karşı ramazanda da mücadele etmek akla da, mantığa da, hukuka da, dine de aykırı olmasa gerekir.
Ramazanda devlet kurumları da, özel sektör kurumları da çalışırlar. Çalışmak Allah’ın da bir emridir. Ramazanda sadece iki tip kurum faaliyetlerini tatil ederek kapanır. Bu kurumlar “meyhaneler” ve “kerhaneler”dir. Dolayısıyla başbakanın “Ramazanın bitmesini bekliyoruz, onun için sabrediyoruz” şeklinde açıklama yapıp şehitler verdikten sonra “Ramazan hoşgörümüz bitti” demesi devlet yönetimi mantığında da, kendi iç mantığında da bir sakatlık içeriyor. Ramazan ayında onlarca şehit verdik. 2 yıl önce bugünlerde “Kürt Açılımı” adı altında başlatılan süreçte verdiğimiz şehit sayısı yüzlü rakamlarla telaffuz ediliyor. Türkiye’yi 2002’de “sıfır terör” ile devralan, “açılım” denilen ne olduğu belirsiz icraatlar manzumesiyle Türkiye’nin dikiş yerleriyle oynayan, “Kürt sorunu vardır” deyip BDP tabanına selam yollayan, şimdi ise “Kürt sorunu bitmiştir, Kürt vatandaşlarımın sorunu vardır” diyerek “çakma milliyetçilik” yaparak milliyetçi muhafazakar tabana gülücükler yollayan, onu da tam yapamayan, terörle mücadelede ramazanı, türban konusunda ulemayı işin içine sokan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı sırasında “Ben İstanbul’un imamıyım” diye buyuran, bu tip icraatlarıyla din ve devlet işlerini birbirine karıştıran, yargı kararlarını esas alacaksak 2008’de Anayasa Mahkemesi tarafından laikliğe aykırı faaliyetleri nedeniyle mahkum olan, temelli kapatılmaktan bir oy farkla kurtulan iktidar partimizin sayın genel başkanı, yani sayın başbakanımız umarım yaptığı yanlışları bir daha tekrarlamaz ve Türk devlet geleneğine yakışır bir şekilde terörle mücadeleyi hükümetin başı olarak samimi bir şekilde yürütür. Askeri Şura’nın oturma düzenine, cumhurbaşkanının 30 Ağustos tebriklerini kabul etmesine odaklanan sayın yandaş ve suya sabuna dokunmayan basınımızın bu önemli ayrıntıyı bilerek ya da bilmeyerek atlamasına şaşmamak gerekir. Ne de olsa gün askere bindirme ve iktidar partisini yüceltme günü!!!
Bu vesileyle değerli Hınıslıların ve hangi etnik köken ve mezhepten gelirse gelsin bu milletin bütünlüğüne, tekliğine gönülden inanan AZİZ TÜRK MİLLETİ’NİN DEĞERLİ MENSUPLARININ ŞEKER BAYRAMLARINI VE 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMLARINI TEBRİK EDİYOR, BU CENNET VATANI BİZLERE HEDİYE EDEN AZİZ ŞEHİTLERİMİZİN VE GAZİLERİMİZİN MANEVİ HUZURLARINDA SAYGIYLA EĞİLİYORUM.