Hükümetler devletlerin yürütme organlarıdır. Devleti bir şirkete benzetirsek yönetim kurulu gibidir. Yönetim kurulu üyeleri yönetim kurulu başkanına faaliyetler sırasında yardımcı olan ve şirketle ilgili belli bir konuda başkanın gözü kulağı olan kişilerdir. Bizim hükümette Fatma Şahin gibi ve (kendisini karşılayan vatandaşa yaptığı ayıbı bir kenara koyarsak) İdris Naim Şahin gibi gerçekten takdir ettiğim bakanlar var. Ne varki bakanların çoğu yaptıklarıyla bendenizin gözünde geçer not alamazlar. Hele iki tanesi varki hemen, yarından tezi yok, yönetim kurulu ile irtibatları kesilmesi gerekiyor. Bunlar Milli Eğitim Bakanlığı’nı “Dini” Eğitim Bakanlığı haline getirmeye çalışan “Nurcu” bakanımız Ömer Dinçer, bir diğeri de siyaset biliminde olmayan bir sözü icat edip “komşularla sıfır sorun” diye işe başlayan, bugün itibariyle kendisi işe başlamadan önce “sorunsuz” olduğumuz komşularımızla sayesinde “sorunlu” hale geldiğimiz Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu’dur.
Türkiye kara sınırları itibariye 8 komşuya sahip. Bu komşularımız Bulgaristan, Yunanistan, Suriye, Irak, İran, Azerbaycan (Nahcıvan üzerinden), Gürcistan ve Ermenistan’dır. Bu kadar fazla komşuyla Türkiye, dünyada en fazla kara sınırından komşuya sahip 4. Ülkedir. Denizden komşumuz olan Rusya, Ukrayna, Romanya, Kıbrıs Rum Kesimi, Lübnan ve İsrail bu sayıya dahil değildir. Afrika, Avrupa ve Asya’nın birbirine en fazla yaklaştığı bir coğrafyada, hem Avrupa hem de Asya ülkesi olarak iki kimlikle bulunmaktayız. İnsanlığın yaratıldığı, ilk cinayetin işlendiği, ilk savaşın çıktığı, ilk devletin kurulduğu ve kutsal kitaplarda belirtilen bütün peygamberlerin geldiği bir bölgedeyiz. 7 düvelin 7000 yıldır birbirini kestiği bir yerdeyiz. Böyle coğrafyada bela ve sorun zaten eksik olmaz. Bir defa en başta bunu gözardı ederek sıfır sorun demek, başlıbaşına bir falsodur. Ne yazık ki Avustralya gibi tek derdi kangruların neslinin tükenmesi olan bir coğrafyada yaşamıyoruz.
Sayın Dışişleri Bakanı’nın, başbakanın talimatıyla “Ermeni açılımı yapacağız” diye İki buçuk milyonluk, denize çıkışı olmayan ve bize tarihi bağlarla düşman olan bir ülkeyi sevindirmek uğruna Hazar Gölüne çıkışı olan, Türkiye’nin Orta Asya’ya çıkışında kilit olan, dünyanın en kaliteli petrol türlerinden birini üreten, yedi buçuk milyon nüfuslu ve etnik, siyasi, dini, kültürel milli bağlarımız olan Azerbaycan’ı küstürmesi ayrı bir fiyaskodur. Neyseki Ermenistan hükümetin yapamadığını yaparak gerçek niyetini bizzat cumhurbaşkanları aracılığıyla ortaya koydu ve hükümet bu politikasından “şimdilik” istemeyerek de olsa geri adım attı.
Bizi bugün esas itibariyle ilgilendiren olay hükümetin Suriye politikasıdır. Türkiye, 1998’de Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılışında, haklı olarak, Suriye’yle savaşın eşiğine gelmişti. Ne varki o zamanki askeri ve sivil bürokrasinin dikkatli, o ölçüde de kararlı tutumu karşısında Baba Esed (Esat değil Esed) yelkenleri suya indirdi ve Türkiye’nin dediği oldu. Türkiye diş göstermedi, resmen Suriye’nin üzerine yürüdü. One minute diyerek sonra geri adım atmadı. 1999’dan sonra Türkiye’nin Suriye’yle arası iyileşmeye başladı. Diğer komşularıyla da, Ermenistan dışında, dişe dokunur bir sorunu yoktu. 2003 İkinci Körfez savaşı sırasında bu hükümet iktidardaydı ve izlediği işini bilmez dış politika sayesinde Kuzey Irak, Türkiye için yeniden bir çıban başı oldu. Hiçbir neden yokken romantik din kardeşliği ve Osmanlı ruhunu geri getirmek gibi ütopik bir iddia neticesinde İsrail’le aramız bozuldu. Hemen belirteyim: Ülkeler için dış politikada esas olan “milli menfaatlerdir”, “din kardeşliği” değil. Eğer İsrail milli menfaatlerimizin düşmanı ise onunla hasım olmamız doğrudur. Yok değilse bu büyük bir hatadır. Son olarak Suriye sorununda geldiğimiz nokta ortadadır. 2009’da Halep Olimpiyat Stadı’nın açılışında Al – Ittihat – F.Bahçe maçı oynanırken Sayın RTE “Kardeşim Esat” diyerek kendisine imzalı F. Bahçe forması hediye etmişti. Aynı yıl, muhterem eşleri Emine Erdoğan Hanımefendi Rahmetli Kaddafi’nin iktidara gelişinin 40.Yıldönümü münasebetiyle Libya’da yapılan kutlamalara katılmışlardı. Demekki sayın başbakanımız RTE için bir ülkenin liderinin diktatör olması filan fark etmiyor, zaten etmemelidir. Rahmetli İsmet Paşa’ya Hitler’le yazışmalarını bahane ederek “diktatörle yazışan diktatör” imasında bulunurken çok değil üç sene önce olanları yandaş basınımız tabiki yazmaz, yazamaz.
Arap Baharı dediğiniz olay zaten demokrasi davası filan değildir. Başbakanın ağzıyla eşbaşkanı olarak kendimizi ilan ettiğimiz Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP’un) bir parçasıdır. Türkiye bugün görevini yapıyor ama kendisi için yanlış yapıyor. Şu sorulara başbakan ve dışişleri bakanının açık cevaplar vermesi lazım:
1) Esed gidince Suriye’ye batılı anlamda liberal, özgürlükçü demokratik bir yönetim mi gelecek yoksa İhvan – ı Müsliminin başına çektiği dinci bir yönetim mi?
2) Demir yumrukla da olsa farklılıkları bir arada tutan Esed’in yönetimi gidince gelecek olan yeni yönetim Suriye’yi tek parça olarak elde tutabilecek mi? Sevelim, sevmeyelim Saddam Hüseyin de, Esed yönetimi de öyle ya da böyle farlılıkları tek elde tutmayı başarmışlardı ve bu Türkiye’nin aleyhine değil lehine bir durumdu. Din kardeşliği din ve mezhep farklılığı olan Suriye’de bir tutkal olabilir mi?
3) Kuzey Suriye’de meydana gelecek bir Kürt yapılanması, Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nde de destek alarak “pankürdist” bir hareket başlatırsa Türkiye’nin buna tavrı ne olacak? Acaba başbakan ve hükümet yeni anayasa taslağındaki vatandaşlık kısmında “Türklük” ibaresini çıkartarak bunu önleyebileceğini mi sanıyor?
4) İslami soslu Neo – Osmanlıcılık hayali Türkiye’yi bugün getirdiği nokta itibariyle herkes düne göre daha mı mutlu, daha mı endişeli?
5) 2003’teki çuval olayında susan, Mavi Marmara baskınından sonra esip gürleyen ama bir şey yapmayan, jetimiz Suriye gibi minyatür bir ülke tarafından düşürüldüğünde konuşan ama gereğini yapmayan, Hırant Dink’le Ermeni, Filistin ile Arap olan ama her ne hikmetse bir türlü Türk olamayan hükümetimiz Türkiye için varlık “beka” sorunu demek olan Oratdoğu’nun siyasi haritasının yeniden çizilmesi demek olan BOP Projesi’nin eşbaşkanlığını daha ne kadar yürütmeyi planlıyor?
Türkiye derhal Esed yönetimini devirmeye yönelik politikasından vaz geçmelidir. Bir şey gittiğinde yerine gelecek olanın iyi mi, kötü mü olacağı çok iyi hesaplanmalıdır. Hayat dediğiniz süreç zaten “alternatif maliyetlerin hesaplanması” sürecidir. ABD’den fazla onun menfaatlerini savunmaya çalışmanın bir anlamı yok. İki pilotumuz şehit oldu. Bugün sınırlarımızın altında sınırlarımızı tehdit eden bir oluşum filizleniyor. Sıfır sorundan büyük soruna, beka sorununa geldik. Bu açıkça savaş sebebidir. Yağmayacaksın neden esiyor, gürlüyorsun? Türkiye’nin bu saatten sonra yapacağı en olumlu iş muhaliflerle Esed’i bir araya getirecek bir formülü oluşturup gerçekleşmesini sağlamaktır. Bu siyaset Türkiye’ye itibar kazandırabilir. Özgür Suriye Ordusu’na ev sahipliği yapan Türkiye 15 yıl önceki Suriye’nin durumuna düştüğünün farkında mı? Bu iş Kurtlar Vadisi Irak, Kurtlar Vadisi Filistin filmlerini çektirmekle olmuyor. Bu kış vizyonda Kurtlar Vadisi Suriye’yi izlersek şaşırmayalım. Polat Alemdar’ı düşmanlarımızın üzerine gönderip kendi kendimizi tatmin etmek dışında da dış politika alternatiflerimiz olmalıdır. Neticede 5.000 yıllık devlet geleneği olan bir milletin mensuplarıyız. Her ne kadar iktidar partisi Türküm demese de bu böyledir, güneş balçıkla sıvanmaz. Allah sonumuzu hayretsin. Servan Öncel