Bir önceki yazımızdan devam ediyoruz. Sultan 2.Abdülhamit tahta çıktığında gerçekten Osmanlı için talihsiz bir dönem yaşanmaktaydı. 1873’te tüm dünya kapitalist sistemini etkileyen küresel kriz yaşanmış, bu kriz Osmanlı Devleti’ni de vurmuş, sonuç olarak krizin ve düzensiz borçlanmaların etkisiyle borç batağına girmiş Osmanlı maliyesi 1875’te iflasını ilan ederek borçlarının sadece faizlerini, onları da taksitle ödeyebileceğini tüm dünyaya duyurmuştu. Yine aynı yıl Osmanlı yönetimindeki Bosna – Hersek bölgesinde yaşayan Sırplar bağımsızlık isteğiyle ayaklanmışlardı. Ayaklanma Ruslar tarafından da destekleniyordu. Ayaklanma kısa sürede “Büyük Doğu Buhranı”nın doğmasına neden oldu ve uluslararası bir hal aldı.
1876 yılı 622 yıllık Osmanlı tarihinde üç farklı padişahın ardı ardına tahta geçtiği tek yıl olması münasebetiyle ayrıcalıklı bir yıldır. 31 Ağustos’ta Jöntürklerin desteğiyle tahta geçen sultan 2. Abdülhamit, Jöntürklerin önde gelenlerinden ve kendisine “babam sayılırsın” diye hitap ettiği ünlü Osmanlı bürokratı, Bağdat, Niş ve Tuna Vilayetleri’nin meşhur valisi ve bugünkü Ziraat Bankası’nın kurucusu Mithat Paşa’yı 17 Aralık 1876 günü sadrazamlık makamına getirdi. Mithat Paşa ve diğer Jöntürklerin amacı Osmanlı Vatandaşlığı üst kimliği etrafında dil, din, ırk vs. ayrıcalıklara bakmaksızın Türk, Rum, Bulgar, Sırp, Çerkez, Kürt, Laz, Arap, Süryani, Romen, Ermeni vs Osmanlı topluluklarını bir arada tutabilmekti. Yürürlüğe girecek anayasayı da bunun teminatı olarak görüyorlardı. Mithat Paşa’ya Jöntürklerin talepleri olan meşrutiyetin ilanı, anayasanın hazırlanması, serbest seçimlerin yapılması ve meclisin açılması taleplerinin hepsinin yerine getirileceği sözünü verdi. Gerçekten de sözünü tuttu.
23 Aralık 1876 günü, Balkan Sorunu’nun görüşülmeye başlandığı Tersane Konferansı’nın açıldığı gün İstanbul semaları top atışlarıyla inledi. Top atışları Türk ve İslam dünyasının ilk anayasası (Kanun – i Esasi) ilan edildiğini tüm yurda ve dünyaya ilan ediyordu. Böylece Osmanlı İmparatorluğu “Mutlaki Monarşi”den “Meşruti Monarşi”ye geçmiş oldu. 1. Meşrutiyet dönemi olarak adlandırılan 1876 - 1878 dönemi Sultan İkinci Abdülhamit’in iktidar döneminin üç ana kısmından birincisi oluşturur. 1. Meşrutiyet’le padişahın fermanıyla kabul edilen anayasaya göre Meclis – i Umumi adıyla yeni bir meclis kuruldu. Bu meclis iki kanatlı bir meclisti. Birinci kanatta her 50 Bin Osmanlı erkek vatandaşının verdiği çift dereceli oylarla 4 yıl için seçilen milletvekillerinin (mebusların) oluşturduğu “seçilmişler meclisi” yani “Meclis – i Mebusan” yer almaktaydı. İkinci kanatta ise bizzat padişahın atadığı ayanların ömür boyu görev yapmak üzere oluşturdukları, atamayla oluşan “Meclis – i Ayan” bulunmaktaydı. Meclis – i Vükela (Bakanlar Kurulu) doğrudan doğruya padişaha karşı sorumluydu. Mebusların kanun teklif etmek için padişahtan izin almaları gerekiyordu. Padişah tarafından veto edilen kanunlar yürürlüğe giremiyor ve bir daha teklif edilemiyordu. Yani padişahın kanun teklifleriyle ilgili “mutlak veto” hakkı vardı. Siyasi parti ve dernek kurma özgürlükleri yoktu. Padişahın meclisi seçimleri uygun bir zamanda yenileme şartıyla tatil etme hakkı vardı. Bu “uygun zamanın ne zaman olacağı” konusu ise padişahın keyfiyetine kalmış bir konuydu. Kısacası anayasa ile oluşturulan meclis bir tür “danışma meclisi” niteliğinde olan bir meclisti. 31 Mart 1877’de ilk Meclis – i Mebusan, İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’nda (bugün sarayı gezen grupların gezi bitmeden önce gezdikleri ve Atatürk’ün 19 Kasım 1938’de cenaze namazının kılındığı 1.200 metrekarelik büyük salonda) toplandı. Türk tarihinde Meclis – i Mebusan’ın, dolayısıyla parlamentonun, kabul ettiği ilk kanun “Belediyeler Kanunu”dur. Bu olay yerel yönetimlere verilen önemi göstermesi bakımından anlamlıdır. 28 Haziran 1877’de dağılan bu meclisin yerine yapılan ikinci seçimlerle 13 Aralık 1877’de yeni bir meclis geldi. Bu meclis, 1. Meşrutiyet döneminin sona ereceği 14 Şubat 1878’e kadar görevde kaldı.
1. Meşrutiyet’in ilan edildiği gün toplanan tersane (İstanbul) Konferansı yöneten Dışişleri Bakanı Saffet Paşa; top seslerinden ürken yabancı delegelere meşrutiyetin ilan edildiğini, Kanun – i Esasi’nin (anayasanın) yürürlüğe girdiğini, artık dil, din, ırk vs. farklılıklar gözetilmeksizin her Osmanlı vatandaşının her alanda eşitliğe ve özgürlüğe kavuştuğunu, Bosna – Hersek ve Balkanlarda yaşayan Türk ve Müslüman olmayan halk için ayrıca bir düzenlemeye gerek olmadığını söyleyerek konferansın dağılmasını talep etti. 2. Abdülhamit zekice bir manevrayla 1. Meşrutiyet’in ilanını Tersane Konferansı’nın başlayacağı güne denk getirerek Osmanlı Devleti’nin elini güçlendirmek istemişti. Ne varki yabancı delegeler bu manevrayı – tabiri caizse- “yemediler”. Konferansa devam edildi ve konferansın sonunda Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da “daha büyük demokratik açılımlar” !!!! yapması istendi. Buna göre Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarını elde edecekler, Bulgaristan’a ve Bosna – Hersek’e ise özerklik verilecekti. Osmanlı bu teklifleri reddedince 24 Nisan 1877’de Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne bağlı Eflak – Boğdan (Romanya ve Moldavya) eyaletine girmesiyle tarihe 1877 – 1878 Osmanlı - Rus savaşı (93 harbi) olarak geçen savaş patlak verdi.
Konuya bir sonraki yazımızda devam edeceğiz. Saygılar…