Yeni anayasa tartışmalarının ayyuka çıktığı bir ortamda her kafadan bir ses çıkıyor. Sanki ilk defa Türkiye’nin bir anayasası olacakmış gibi bu konuda bilen de, bilmeyen de bir şeyler söylüyor, yazıyor, çiziyor. Günlü ekmek derdinde olan vatandaşın gündemini G. Saray’ın Kadıköy’de karanlıkta kupa şampiyonluk kupasını kaldırması ya da F. Bahçe’nin 29 yıllık Türkiye Kupası özlemini gidermesi kadar işgal etmese de hayatımızın her safhasını etkileyecek anayasa konusunda fikir sahibi olmak isteyenlerin önce bilgi sahibi olması gerektiğine inanmaktayız. Bugünkü ve bundan sonraki birkaç yazımızı anayasanın nasıl bir şey olduğu, Türk Milleti’nin anayasa deneyimini, eğer yapılacaksa yeni bir anayasanın nasıl yapılabileceği ve neler içermesi gerektiği konularına ayıracağız.
Anayasa, sözlük anlamıyla “bir ülkede geçerli kanunların ve bütün hukuki mevzuatın bağlı olduğu, hiçbir hukuki düzenleme ve işlemin kendisine aykırı olamayacağı, bir ülkenin halkının uyması gereken temel ilkeleri içeren ve bu ilkelerin genel geçer kabul edildiği baş hukuki metin”dir. Dünya tarihinde hazırlanan ilk yazılı anayasa 1787 tarihli Amerikan anayasasıdır. Kıta Avrupa’sında ise 1791 tarihli Fransız anayasası ile modern anayasacılık hareketi başlamıştır. 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi’nin esasları olan eşitlik, adalet, özgürlük fikirleri üzerine bina edilen ve Akıl Çağı ile Aydınlanma Çağı’nın ilkelerinden ilham alan bu anayasa diğer Avrupa ülkelerinin anayasalarına da ilham kaynağı olmuştur.
Anayasaları birkaç şekilde sınıflandırmak mümkündür:
I – Biçimlerine Göre Anayasalar:
a) Yazılı Anayasa: Belli bir metin biçiminde maddeler halinde kaleme alınan baş hukuk kaynağıdır. Dünyanın pek çok ülkesinde anayasalar bu şekilde yapılır.
b) Yazılı Olmayan Anayasa: Süregelen hukuki yorumlardan, uygulamalardan, eğilimlerden oluşur. Yazılı bir metin haline getirilmeyen kurallar bütünüdür. İngiltere ve Hindistan’da olduğu gibi.
II – Değiştirilmesi Açısından Anayasalar:
a) Sert Anayasa: İçinde değiştirilemez madde ya da maddeler içeren, değiştirilmesi normal kanunlardan farklı olan anayasalardır. 1924, 1961, 1982 Anayasalarımız buna örnek olarak verilebilir.
b) Yumuşak Anayasa: Değiştirilemez madde içermeyen, normal yasalarla aynı şekilde değiştirilen anayasalardır. 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu tek yumuşak anayasamızdır.
III – Kapsamına Göre Anayasalar:
a) Kazuistik Anayasa: Madde sayısı çok olan, uzun ve ayrıntılı hükümlerden oluşan anayasadır. 1924, 1961, 1982 Anayasalarımız buna örnek olarak verilebilir.
b) Çerçeve Anayasa: Kısa ve öz hükümlerden oluşur. Madde sayısı azdır. Sadece genel ilkeleri ortaya koyar. Bunların uygulama biçimlerini ve detayları sıradan kanunlara bırakır. 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu tek çerçeve anayasamızdır.
Türkiye, anayasa tarihine bakıldığında toplam 5 anayasa yapmış olmasıyla bu alanda dünyanın en tecrübeli ülkelerinden biri olarak sayılabilir. İlk anayasayı yapan ABD’nin 225’yıldır tek anayasa ile idare ettiğini düşünecek olursak anayasa yapma konusunda ABD’ye bile ders verecek potansiyelimiz olduğu iddia edilebilir. Ne de olsa ABD’ye göre jet hızıyla gelişen bir ülkeyiz (!). Gelişme hızımıza anayasalar dayanmıyor (!). Adamlar geri kalmış olacaklar ki tek anayasa onlara yetmiş (!).
23 Aralık 1876’da 1.Meşrutiyet’in ilanıyla ilk Türk ve İslam aleminin ilk anayasası olan Kanun – i Esasi ilan edildi. Bir ferman anayasası olan bu anayasa padişah Sultan 2. Abdülhamit’in dönemin Jöntürk aydınlarının baskısıyla ve Balkan sorununun görüşüldüğü Tersane Konferansı sırasında Avrupa’nın içişlerimize karışmasını önlemek amacıyla hazırlanan bir anayasaydı. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan, hangi etnik köken, din, mezhep ve gruba bağlı olursa olsun herkesi “Osmanlı” kabul eden bu anayasanın 18. Maddesi’ne göre resmi dil Türkçeydi ve milletvekili olabilmek için de, devlet memuru olabilmek için de ülkenin imparatorluğun resmi dili olan Türkçeyi bilmek zorunluydu. Mecliste her bir milletvekili kendi anadilinde değil, resmi dil olan Türkçe konuşmak ve yazmak zorundaydılar. Ne varki Avrupa monarşilerinin sahip oldukları anayasaların demokratik karakteri bu anayasada görülmüyordu. Çünkü kanun teklif ederken padişahın onayı gerekiyordu. Padişahın veto ettiği kanun teklifi kanunlaşamıyordu. Hakimiyet ve son söz Allah adına padişahındı. Parti ve dernek kurmak yasaktı. Her biri 50’şer Bin Osmanlı erkeğinin oylarıyla seçilen mebuslardan (milletvekillerinden) oluşan Meclis – i Mebusan ve padişahın ömür boyu görevde kalmak şartıyla atadığı Ayanlardan (bir tür senatör) oluşan Meclis – i Ayan’dan oluşan iki kanatlı “Meclis – i Umumi” adında bir meclisimiz vardı. Padişahın seçimleri yenilemek şartıyla Meclis – i Umumi’nin seçimle gelen kanadı Meclis – i Mebusan’ı tatil etme yetkisi vardı. Seçimlerin ne zaman olacağı ise belirsizdi.
Tarihe 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı olarak geçen ve Rumi 1293 yılında başladığı için kayıtlara 93 Harbi olarak geçen savaşın sonunda Rus orduları doğuda Erzurum önlerine, batıda ise İstanbul Ayastefanos’a (Yeşilköy’e) kadar geldiler. İşte bu sırada Meclis – i Mebusan, yenilgiden padişahı sorumlu tutunca padişah 2. Abdülhamit anayasanın kendisine verdiği yetkiyle Meclis – i Mebusan’ı seçimleri yenilemek şartıyla tatile gönderdi. Ne varki tatil biraz uzun sürdü (!): 30 yıl kadar…1878 – 1908 arasında Meclis – i Mebusan’ın tatilde (!) olduğu bu döneme Türk tarihinde “Baskı Dönemi”, yani “İstibdat Devri” adı verilir. Tatildeki milletvekilleri 30 sene boyunca izinli oldukları için maaşlarını almaya devam ettiler. Meclis – i ayan açık kaldı. Kağıt üzerinde 1876 Anayasası yürürlükte olsa da fiiliyatta askıya alındı. Kanun teklifleri “ilerde Meclis – i Mebusan açıldığında oylanarak yürürlüğe girecektir” kaydıyla “geçici olarak” uygulandı.
30 yıl padişah 2. Abdülhamit Yıldız Parkı’ndaki Yıldız Sarayı’ndan ülkeyi demir yumrukla yönetti. Bu baskı rejimine ilk tepki askeri kanattan geldi ve 3 haziran 1889’da İstanbul Sirkeci’de, Askeri Tıbbiye Mektebi’nde Osmanlı İttihat Cemiyeti, 1906’dan sonraki resmi adıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin amacı Osmanlı Devleti’nde yaşayan bütün unsurların birliği (İttihad – ı Anasır) fikrinden hareketle herkese özgürlük (hürriyet) tanımak, bunun için de 2.Abdülhamit’in baskı rejimine son verip 1876 Anayasası’nı yeniden yürürlüğe sokmaktı. Bunun için başta imparatorluğun etnik ayrımcılık bakımından en sorunlu bölgesi Makedonya olmak üzere ülkenin pek çok bölgesinde ve devletin pek çok kurumunda örgütlendiler. Hatta anayasayı yeniden yürürlüğe sokmak için dağdaki isyancılarla bile anlaştılar. Ne var ki farkında olmadıkları nokta şuydu: İmparatorluğun Türk unsurunun özgürlükten anladığı “bir arada yaşamanın altyapısını oluşturmak” iken Türk olmayan unsurların özgürlükten anladıkları “siyasi bağımsızlıklarını elde edip kuracakları bağımsız devletin sınırlarını genişletmek için gerekli ortamı yaratabilmek” idi. (1. KISMIN SONU - DEVAM EDECEK)